PANDEMİDE YOLCULUK


Son günlerde demografik özellikler fark etmeksizin herkesin hakkında düşündüğü, çıkarsamalarda bulunduğu; bazılarının önlemler aldığı, bazılarının ise sorundan kaçındığı; hazır olmadan yakalandığımız ve kontrolümüzün yetmediği bir dönem içerisindeyiz. Kısa sürede küresel bir sorun haline gelen, gündemi değiştiren ve rutinimizi darmadağın eden bir durumla: “pandemiyle” karşı karşıyayız. Okumaya başladığınız bu yazıda, birçok kişinin bugünlerde belki de en fazla zorlandığı sosyal izolasyon ve buna bağlı olarak artışını gözlemlediğim kaygıdan bahsetmek istiyorum. 
Uzmanlar tarafından belirtildiği gibi; kişilerin hem kendi sağlığını, hem de toplum sağlığını tehlikeye atmamak adına alabileceği hayati önlemlerden birisi sosyal izolasyondur. Peki, fiziksel sağlık bakımından bizi koruyan bu önlem, ruhsal bakımdan bizi nasıl etkilemekte ve psikolojik yansımaları neler olmaktadır?
Tedavinin henüz tam olarak bulunamamış olması, virüsün hızla yayılıyor olması ve sorunun ne kadar süre devam edeceğinin belli olmayışı, şuan önerilen ortak evde kalma hareketinin ekonomik anlamda neler doğuracağı gibi faktörler bir bakıma bizim için belirsizliğe ve tehdit unsuruna dönüşmektedir. Bu belirsizlikler kaygıya neden olurken; diğer bir yandan hayatta alışkın olduğumuz konfor alanımızın bozulması dolayısıyla günlük rutinlerde değişikliğe gitme zorunluluğu ve kısıtlanmanın söz konusu oluşu elbette birçok kişide farklı düzeylerde kaygı değişimine sebebiyet vermektedir. 

Kaygı düzeylerinden kısaca bahsetmek gerekirse; normal düzeyde yaşanan kaygı, soruna yönelik araştırma yapmayı ve öğrenmeyi tetiklerken; yüksek düzeyde kaygı, kişiye fazlaca stres yaşattığı için karar almak konusunda ket vurmaya ve hayatın akışına bir şekilde engel olmaya başlamaktadır. Aslında kaygının, kendi bütünlüğümüzü koruma altına almamızla ilişkili hayati bir sistem olduğunu kendimize hatırlatmalıyız. Hal böyleyken ne kaygılanmaktan korkmak ne de kaygının her zaman işlevsel olduğunu düşünmek doğru olur. Üstelik sürekli kaygılı olma ve netlik isteme hali, kişiyi bir süre sonra olumsuz bir döngüye sıkışıp; halsiz, isteksiz, uyku ve iştah dengesinde değişme ve bedensel ağrılara sebep olmaktadır. Ayrıca bugünlerde daha da önem kazanan, bağışıklık sisteminin düşmesine sebep olup; bireyi hastalığa açık hale getirebilmektedir. İşte tam bu noktada, literatürde psikolojik dayanıklılık(resilience) olarak geçen, birçok değişkene bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösteren, kişinin kaygıyı yönetebilme kapasitesinin de varlığını yadsımamalıyız. 

Özellikle böyle bir dönemde olumsuz düşüncelerin olağan olduğunu kabul etmenin yanı sıra; olumsuz duygu ve düşünceyi bastırmak yerine, kişinin endişesini kendi tercihi olan herhangi bir şeye yönlendirip dönüştürmesi ve bir şekilde kendi ifade biçimini ortaya koyması, öncelikle ruhsal sağlık bakımından önem arz etmektedir. Bahsettiğim bu kaygıyı dönüştürme süreci; eylemsel (hobi aktiviteleri vb.) olabileceği gibi, iletişim kurma yoluyla da gerçekleştirilebilmektir. Özellikle yeni bir şeye başlamak ve öğrenmeye çalışmak, zihnin dikkat mekanizmasının, tehdit hissedilen yerden başka bir yöne geçmesini sağlamaktadır. Diğer bir yandan doğru iletişim, kişinin kendisini güvende hissetmesini sağlayacak ve kaygıyı olması gereken bir düzeye çekmeye çalışacaktır. Ancak bu süreçte elzem olan, sürekli eylemsel faaliyet göstermek ve kaygıyı direkt azaltmak değil; aynı zamanda etrafı gözlemlemek, evde sizin dışınızda yaşayan biri varsa ona maruz kalmak, belki ilişki biçiminizi tekrar gözlemlemek, deneyimleri yeniden süzgeçten geçirip hikayeleştirebilmek gibi amaçlar edinip bir şekilde düşünsel faaliyetlerinizi yoğunlaştırabilirsiniz. Böylelikle rutinin bozulması yeni deneyimlerin kazanılması ve sonrasında yeni anlayışın gelişimini sağlayacaktır. 

Sanılanın aksine; zihnin tutarlığını rahatsız etmek, kendi sisteminizi baştan kurcalamak her zaman kötü olmayıp; sinir sisteminin gelişmesi ve zihinsel esnekliğin arttırılması açısından faydalı olduğu görülmektedir. Kişinin kendini kurcalaması, kısa sürede kaygıyı çoğaltsa da; uzun vadede bireye farkındalık ve içgörü kazancı sağlayacaktır.
Bu süreçte önemli olduğunu düşündüğüm, kaygıyı da tetikleyen diğer bir unsur ise: Doğru kaynağı seçerek kendimizi korumak!..
Kendimize birkaç kaynak belirleyip; hem resmi (Sağlık Bakanlığı, Türk Tabipler Birliği, TPD vb.), hem de bilimsel şekilde, alanında güvenli bilgiler paylaşabilen toplulukları (teyit.org, evrimagaci.org vb.) ve kişileri takip etmek, ayrıca gün boyunca kendimizi bu soruna hapsetmek yerine gündemle ilgilenme süresini kısalmak hem zaman yönetimi açısından hem de daha az stresöre maruz kalma açısında oldukça önem taşımaktadır. Ayrıca takip edeceğimiz bilim insanlarının kendilerini yenileyebiliyor olması, farklı görüşlere de yer verebiliyor oluşu ve sürekli olumsuz eleştiri değil; takdir de edebilen bir birey olması dikkat edeceğimiz hususlar arasında olmalıdır. Aksi halde kaynağınıza güvenemeyip sürekli başka kaynak arayışlarına yönlenmeniz gerekecektir.
Corona virüsüne diğer bir taraftan bakmamız gerekirse; dünyada birçok ülkeye kıyasla, Türkiye’ye virüsün geç gelmesi ve buna rağmen toplumun bir kısmının sorunu hala inkar ediyor olması, bir çok kişinin hazırlıksız bir halde yakalandığını bizlere göstermektedir. Sorunu görmezden gelmek, evet belli bir seviyeye kadar makul ve bizi koruyan bir unsur olabilir ancak bu durumun her ortamda gerçekleştirilmesi doğru olmayan bir düşünme biçimidir. Bahsettiğimiz inkâr eden grup, yas sürecinde gözlemlenen 1. evre ile benzerlikler göstermektedir. Ancak yasta da görüldüğü gibi sonraki evrelere geçişte, kişiler sorunun farkına vararak, duygulanımlarında değişime giderek ve bu konu üzerinde düşünmeye vakit ayırarak bir şekilde inkar evresinden çıkarlar. İnkar sürecinin atlatılmasıyla birlikte;  bu grup, önlem alan grubun yaptıklarını anlamsızlaştırmayı bırakarak; sorumlulukların paylaşılmasını sağlayacak ve evde kalma davranışımızı anlamlı hale getirecektir. Bu sorumluluk paylaşımına bağlı olarak da, toplumsal kaygının düşebileceğine inanmaktayım. 

Şuan için yapmamız gereken: inkar evresinde olan, yeni duruma adaptasyon sağlayamamış kişilere karşı farkındalık yaratmak ve bir yandan da duruma karşı duyarlılığımızı, ilgimizi elden bırakmamaktır.
Son olarak, biz insanlar başımıza ne gelirse gelsin, uyum becerimizle kendi dengemizi sağlayabileceğimizi, mücadele ederek en az hasarla atlatabileceğimizi ve hatta çıkan durumdan kazanç dahi sağlayabileceğimizin mümkün olduğunu söylemek isterim. Bu virüs, bizlere sadece hastalık ve kaos değil; aynı zamanda armağanlar da sunabilmektedir. 

Benim payıma düşen armağanlar: Sorumluluklarımı çekinmeden paylaşabilmek, başkalarını korumak ve başkaları tarafından korunduğumu bilmek, ilişki kurmayı daha derinlerde hissedebilmek, zihinsel esnekliği arttırmak.
Şimdi payınıza düşen armağanları düşünme sırası sizde😊

Psk Zehra Çeltekligil


Yorumlar

  1. Tebrik ederim ellerine sağlık

    YanıtlaSil
  2. Kim bu kız? Neyin nesi? Neden böyle bir yazı yazmış? Hangi hakla böyle bir uzmanlık konusuna değinmiş? Demeyin sakın. Doğrusu gurur duydum. Büyük bir şerefle kendisini konuk ettim. Liseden öğretmenliğini yaptığım Zehram, şu anda klinik psikolojisi üzerine yüksek lisansını yapıyor. Psikoloji mezunu ve o bir Psikolog inşallah uzman psikolog olacak. Aynı zamanda naçizane başladım hocam, diyerek psikoterapi yaptığı bilgisini de aldım.

    Kısacası ainesi iştir kişinin, lafa bakılmaz! Teşekkür ederim kızım.

    YanıtlaSil
  3. İhtiyacımız olan bir yazıymış. Teşekkür ederiz elinize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar