İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
Yasalara ışık tutmayı hedefleyen bir üst norm mahiyetinde hukuksal metin olan İstanbul Sözleşmesi temelde en yakınlarca uygulanan şiddete karşı, mağduru korumaya yönelik uluslararası bir çerçeve metin idi!..
Ancak Dünyanın pek çok ülkesinde ve Avrupa’da bile
genellikle mağdur olan kadındı!
"Avrupa
Konseyi Sözleşmesi" olarak AB tarafından imzalanan ve
daha sonra 45 ülkenin de imza koyduğu, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin
önlenmesine yönelik uluslararası bir insan hakları sözleşmesidir aslında...
Ne hikmetse, içinde 'ev içi' kavramı geçtiği için aileyi çökertiyor, evlilik dışı
birliktelikleri özendiriyor, toplum ahlâkına aykırı bulunuyordu! Elbette ki,
birileri tarafından...
Ev içinde birlikte yaşama imkanı sağlayan Batılı
ülkeler nikahsız birlikte yaşayanların şiddete uğramasının da önüne geçmek
istediği için düzenlemeyi öyle yapmışlardı. Sonuçta uluslararası bir
sözleşme idi! Ve ülkemizde “ev içi”
kavramı yerine “aile içi” kavramı da
getirilmişti oysa! Ev içinde şiddete uğrayan çocuk, yaşlı, erkek de
olsa onları da korumayı amaçlıyor olamaz mıydı? Yok canım biz öyle
anlamamalıydık! Hııı o batılılar yok mu, batılılar? Onlar az hinoğlu hin
değillerdi! Türk töresini ve Müslüman aile yapısını bozmayı hedefliyor, bizi
inançlarımızdan geleneklerimizden saptırmak istiyordu!
Sözüm ona çok güçlü ve köklü olan aile yapımız,
inanç bağımız; nasıl bir inanç ve gelenekse üflesen yıkılıyordu demek ki! Bari ‘köklü
ve güçlü’ sıfatlarını koymayın önüne…
Sözleşme, eğitim kademelerinde toplumda cinsiyet
eşitliğini müfredata koyma şartı getirmekte, toplumsal cinsiyet eşitliğini ön
plana çıkarmayı hedeflemektedir. “Toplumsal
cinsiyet rollerine karşı durulabilir.” demektedir. Kanıksanmış roller
üzerinden değil, rollerde paylaşımcı bir hayat sürmeyi, özellikle namus
kavramının sadece kadına yönelik bir ahlaki kavram olmadığının altını
çizmektedir.
Hah işte, tam da bu noktadan hareketle mollalar,
olur mu böyle şey? Bunda tuzak bilgiler var. Bu sözleşme, eşitlik görüntüsü
altında, Kadının ve erkeğin fıtratını bozuyor, cinsiyetsizliği savunuyor ve
eşcinselliği yasallaştırıyor feveranı yükselttiler!
Şiddet gören kadınlar şikayetle, yasal olarak
kocalarına uzaklaştırma uygulatmaya başlayınca, birilerinin karizması çizilmeye
başladı! Oysa konu ile ilgili madde, birlikte yaşayan bireylerde mağdurun
şikayeti üzerine şiddet uygulayana uzaklaştırma cezası getiriyordu! Hep
mağdur kadın, şiddet uygulayan da erkekse, bunda sözleşmenin ne kabahati vardı?
Al sana, “Bu İstanbul Sözleşmesi karı kocayı ayırıyor ve aileyi dağıtıyor!”
yaygarasına zemin olacak abuk sabuk bir gerekçe daha… Çünkü zaten şiddet
uygulanmaya başladığı andan itibaren sevgi ve saygı bağları kopmuş, psikolojik
sorunlu bireyler yetiştiren ve fiilen bitmiş olan aile (!) bu sözleşme ile
nasıl oluyor da sarsılıyordu? Bunu anlamakta güçlük çekenler, özünde bitmiş ama
kağıt üzerinde var olan bir aileyi işte bu sözleşmenin bitirdiğini iddia ediyordu(!)
Niye? Eşleri(!) ayırıyor ve sözleşmede yer alan ibarede ‘uzaklaştırmada kadının beyanı esastır!’ dediği için...
Oysa yine sözleşme manipüle edilmekteydi. Çünkü kadının demiyor, “mağdurun beyanı esastır” diyordu!..
İlk kez Ak Parti'lilerin lider eksenli
konumlanmadıkları ve fikir beyan ettikleri durumla karşılaşmıştık! Sözleşmeye
yönelik iki farklı görüşün de iktidar partisi içinde varlığına şahit olmuştuk. 2011 yılında kendi parti liderlerinin
başbakanlığı döneminde imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi'ne sahip çıkan
Ak Parti'liler yanında, son derece mesnetsiz iddiaları gerekçe göstererek
sözleşmeyi -tu kaka- göstermeyi başaran Ak Parti'liler de vardı!
Meclisteki oylamaya katılan 247 vekilden, 246'sı
sözleşmeye evet vermişti. Birinin yanlışlıkla çekimser oy kullandığını
açıkladığı vekillerden, kabul verenler iktidar muhalefet ayrımı yapmaksızın her
partiden vekiller idi!
Daha sonra kendi milletvekillerinden AKP’li sözcüler
"Biz ne imzaladığımızı ve neye
kabul oyu verdiğimizi bilememişiz!" diye bahane öne sürerken, aslında
görevi savsakladıklarını ve sürü mantığıyla hareket ettiklerini de deşifre
etmiş oluyorlardı. Sonuçta tarikat ve cemaat yapılaşmalarının güdümünde bir
çizgiye girdikleri için ve Cumhurbaşkanının da -gözden geçirin gerekirse halkımız istemiyorsa çıkarız- beyanı
olduğu için sözleşmenin kaldırılacağı, artık önceden aşikar bir hal almıştı. Ve
beklenen oldu. 20 Mart 2021'de sabah 04.00 sularında bir CB'lığı kararnamesi
ile sözleşmeden çıkmış olduk!
Oysa
töre cinayetleri, namus cinayetleri, çocuk evlilikleri, kız çocuklarının eğitim
sorunlarını çözmeyi hedefleyen yasalar çıkarılmasını isteyen bir sözleşme
idi.
Kadın haklarının güvencesi olmayı ve hepsinden
önemlisi kadının hayatî tehlike görmesi veya sezmesi durumunda doğrudan yargı
ve kolluk kuvvetleri ile devletini yanında bulması gerekirken ve güven iklimi
oluşturacakken, artık onlar da ortadan kalkmış oldu. Bakalım yerine ne
koyacaklar?
Gerçi “Sözleşme var da, kadın cinayetleri son mu
buldu? Bilakis bu sözleşme kadın cinayetlerini arttırdı!” diye olayın
manipüle edildiğini de görmekteydik. Oysa
o sözleşmenin imzalandığı yıl, kadın cinayetlerinde hissedilir bir düşüş olmuştu.
Daha sonraki yıllarda uygulanmadığı için şiddet gören kadınlar, onlarca kez
devletten yardım istemesine rağmen kadınların çağrısına kulak verilmediği için
yüzlerce kadınımızı kaybettik biz. 2019
yılı 474 kadın cinayeti ile utanç vesikası olarak zirve yapmıştır. Ve hâlen
de her gün kadınlarımızı kaybetmekteyiz!
Boşanma durumunda yaşanan nafaka düzenlemesine
kesinlikle el atılması gerekmekteydi! Her ne kadar Sözleşme'de nafaka geçmese de ona göre düzenlenmiş yasada rehabilitasyon şarttı. Bir iki ay, ya da bir iki yıl evli kalan
çiftler, ayrıldıklarında kadına ömür boyu nafaka bağlanması son derece haksız
bir uygulama idi.
(Gerçi orada ille de kadına nafaka bağlanacak da
yazmıyordu. Yine mağdur olan eşe ve çocukların velayet sahibine ibaresi
geçmekte idi. Gel gör ki, ülkemizde çoğunlukla kadının ekonomik özgürlüğü
olmadığı için nafaka hep kadına ödenmekte idi.)
Eski kocasından nafaka alan kimi kadınlar, imam
nikahlı yeni eşler ediniyor ve yeni eşiyle sosyal medya paylaşımları yaparak
eski kocayı çılgına çevirircesine yaşam sürüyordu. Doğal olarak bu tarz
uygulamalar, öfkeli kişileri cinayete meylettiriyordu. O eğilimi gösteren kimi
eski eşler de, maalesef yer yer toplu katliamlar dahi yaparak cinayet işliyordu.
Bu defa güya kadını korumak için çabalayan o yasa, kadının hayatına mal olabiliyordu.
Fakat bence yine sözleşme suçlu bulunmamalıydı! Nafaka yasası “Ne
kadar evli kalındıysa, o kadar ödenmelidir!” şeklinde bir düzenlemeye
tabi tutulabilirdi…
Sözleşmeye imza atan ülkelerden uygulamayanlar
olduğu gibi sonradan çekilenler de oldu. Fakat Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
tarafından “Kendi kadın vatandaşının canını koruyamamış ve ilk cezaya çarptırılmış
bir ülke!” olmamız nedeniyle bizim bu sözleşmeden çıkmamız canileri
daha da cesaretlendirecektir. Dahası İstanbul’da dünya kamuoyuna deklere
edildiği için sözleşmeye adını veren şehrin sahibi bir ülke olarak, bizim bu
sözleşmeden çıkmamızın, insanımıza hiçbir menfaat sağlamayacağını düşünüyorum.
Velhasıl gerekli düzenlemelerle amacına uygun bir
hal aldırılabilecek çerçeve metin olan İstanbul
Sözleşmesi, yine metni hiç okumadan paket program uygulayıcı kitleye kurban
edildi. Kabulün ya da reddin kimden geldiğine bakılarak konumlanan taraftarlara
göre şekillenen bir halk, aslında yine neyin ne olduğunu hiç anlamadan bir
tercihte bulundu! Ya da tercihte bulunmaya zorlandı...
Bakalım AYM, “Sözleşmeden çıkma kararı TBMM’nin
yetkisinde olmalıdır. Sözleşmeden CB’lığı kararnamesi ile çıkılamaz! Bu durum
Anayasa’nın 87. ve 90. Maddelerine aykırıdır.” şeklindeki CHP
başvurusunu ne şekilde karara bağlayacak? Olumsuz yönde karar verse ve
sözleşmeden çıkma kararını iptal etse, Meclisteki Ak Parti’li vekiller
Cumhurbaşkanına rağmen oylamada red oyu verebilecek mi?
Onları da, önümüzdeki günlerde hep birlikte
göreceğiz!
Aslında, #İstanbulsözleşmesiyaşatır dı!..
Hayati Yaman
Harika noktalara parmak basan çok güncel bir yazı olmuş hocam. Elinize sağlık. İstanbul Sözleşmesi,bahsettiğiniz değerleri güvenceye alan bir anlaşma. Evet malesef ki günümüzde böyle anlaşmalara gerek var. Aslında bunu savunmaktan utanıyorum ancak hâla masum insanlar, bilhassa kadınlar, ölüyor.
YanıtlaSilAnlaşmayı feshetmek veya uygulamamak, adeta suç işleyenlere ödül gibi cezalar vermek... Korkuyoruz hocam, bir erkek veya kadın farketmez. Bir toplumda bir kişi veya bir canlı bile tedirgin yaşıyorsa o toplumda kimse güvende değildir.
Ve son olarak anlaşmayı savunurken veya eleştirirken düşünerek ve metni okuyarak konuşmamız gerekiyor. Birilerinin aklına güvenip: Onlar zaten en iyisini bilirler. benzeri cümleler kurup peşlerine takılmak, aynı kara cehaletin bir eseridir. Biz düşüneceğiz, biz karar vereceğiz. Çünkü "Düşünmeyen beyinler, düşüncesizlere esir olmaktan öteye gidemezler."
Oğluna hizmetkâr gelin arayan ebeveynler, kızına süt gibi damat aramaktan baz geçip, cinsiyet üzerinden değil şahsiyet üzerinden çocuk yetiştirmeye başlamadıkça; herkes kendine müslüman olup, insanlığa müslüman olmadıkça; kadınlar kocasının güç ve kariyerine sığınmaktan vazgeçmedikçe; asaletin yasalarda ve geleneklerde olmadığını anlayıp, yasaların suçluya hak ettiği cezayı gerekli kıldığı ve olmasının zorunluluk olduğu bilincine toplum erişmedikçe; bilgisiz fikir sahibi olduğunu zanneden kitle ile yine bilimsiz ve delilsiz inanç sahibi olan kitle arasında sıkıştırılmış mengeneyi kıran bilinçli nesil yetiştiremedikçe; cahil halkın ferasetine güvenip, okumuş insanların tepkisinden korkuldukça; fert fert herkesin kendini düzeltmesi gerektiği şuuru ile bir toplum inşa etmeden birilerinin bizi düzeltmesini bekledikçe; ... bu pilav daha çok kaldırır be evlat...
SilÇok şükür ki, sizler gibi güvenimi ve inancımı yitirmeme sebeplerim var.♥️🤲
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilKusuru yok Berat bey de neye fazla hak veremediniz onu anlayamadim!
Sil