İÇ DÖKÜMÜ
Sanki bağ bozumu, asi yanımın dışa vurumu ya da yaprak dökümü gibi bir şey işte!
Aslında bana ilham veren bir dizideki diyalog üzerine kaleme aldığım bu satırlara, başlık olarak ALİENİST ismini vermek geçmişti içimden. Fakat metin kaleme almak zor olduğu kadar, şahsım için başlık bulmak daha da zor geliyor...
Bu özelliğimi çok iyi bilen, İstanbul'daki okulumdan Edebiyat Öğretmenim Zübeyde Hocam'dan yardım aldım. O da bu başlığı seçti.
Burada da karşıma benim için büyük şans olarak Hayati Hocam çıktı. Ve öz yetilerimin gelişmesine katkı sağlıyorlar... Bu anlamda özellikle her iki hocama da müteşekkirim!
Yaptığımız veya yapmayı planladığımız davranışların, alışkanlıkların sebepleri nelerdir acaba?
Hoşumuza gittiği için mi yapıyoruz? Yoksa derin bir yaraya merhem olduğu için mi? Ya da geçmişte yaşadığımız zorlu dönemlerin acılarını unutmak veya kaybedilen güzel günleri hatırlamak, anmak için mi yapıyoruz?
Takıntılarımız veya alışkanlıklarımız belki de, fiziksel ya da duygusal bir travmayı yeniden yaşatıyor bizlere!
Sebebi ise neden bunları yaşadığımızı öğrenmek, böyle kötü ve acımasız bir hayata neden mahkum bırakıldığımızı öğrenmek için sarf ettiğimiz çabalar olabilir mi?
Kimileri kendilerini antidepresanlarla tedavi ediyor veya kandırıyor. Kimileri alkolik oluyor. Bu kötü düşüncelerin kafalarında dolaşmasını istemiyorlar. Oysa geçici bir uzaklık!
Peki bunlardan uzak insanlar dört dörtlük ve örnek insanlar mıdır? Onların kötü günleri veya travmaları yok mu?
Kendimize yardım etmek ve soruları cevaplandırmak için duygularımızla yüzleşmemiz gerek. Çünkü hepimiz kendimizi bir şekilde psikolojik ve duygusal açıdan koruyoruz. Kafamızda intikam, güç, hırs, aşırı motivasyon, cinsel doyum vs fantazileri oluşturuyoruz.
Peki bu dürtülerden uzak kalabilen insan var mıdır? Bu dürtülerden uzak kalan insanların afyonları nelerdir? Kendi içimize bakmaya ne zaman hazır olacağız? Toplumdan ve çevremizdeki insanlardan sakladığımız, beynimizin veya kalbimizin derinliklerine gömdüğümüz bu acıları ne zaman gün yüzüne çıkaracağız?
Bu konuları ''kişisel hayat'' adlı bir kutuya koyup beynimizin gardrobında bir çekmeceye saklayacağız. Ve mahremimize dahil edecegiz! Açmaya çalışanları ise ''densiz, terbiyesiz'' diyerek mi cezalandıracağız? Peki neden başkalarının bilmesini istemiyoruz? Bizimle alay ederler veya utanç kaynağı oluruz diye mi? Yoksa milletin diline mi düşeriz? Hakkımızda
dedikodular çıkar diye mi, yaşadıklarımızı içimize atıyoruz? Ya da insanlar bize acınası gözle bakar diye mi?
Sorun açıkça ortada!.. Sorunun ta kendisi, toplumsal baskı ve kültürel düşünce sistemidir. Biz insanlar, doğumumuzla sadece bir ailede değil, aynı zamanda toplum olarak kocaman bir ailede buluruz kendimizi! Dolayısıyla artık topluma göre hareket eden ve onlar gibi olmaya çalışan zavallı ve duygusuz varlıklara dönüşürüz, eğer farkındalık kavramlarından uzak durursak!..
Buna ayak uydurabilenler, düzenle toplumsal barışık yaşayanlar çok başarılı figürler midir? Ya da toplumsal çatışmaları yaşayanlar, hepten yok sayılmalı mıdır? Aykırı tipler geleneksel algıları yıkanlar, düzeni değiştirenler değil midir? Tek düze ve sıradan figürler hangi statüde olursa olsun, asla topluma yön veren, gidişatı değiştiren lider tipler olamazlar. Fedakarlık yapabilenler, psikolojik açıdan güçlü olanlar, toplumsal dinamiklerin sinir uçlarına basmadan yavaş ve derinden dönüşümü gerçekleştiren liderlerdir. Bu tarz dönüşümü yapamayanlar ise kalabalıklar arasında yalnız yaşamaya mahkum, zorlu bir hayat yaşamaya mecburdurlar. Eğer gücünü toplayamaz ve güçlü psikolojiye sahip olamazlarsa, ver elini antidepresanlara!..
Farklılıklarımız, bireysel özelliklerimiz ve özyetilerimiz, bizi biz yapan şeylerdir. Fakat toplum kurallarına uymak için veya onaylamadığın insan düşüncelerinden sakınmak için bizi biz yapan şeylerden fedakarlık yapıp kendimizi törpüleriz. Toplumsal baskı öyle bir şeydir ki, kafanda "elalem ne der?" sorusuyla başlayan gizli bir otorite kurgular! O otorite seni, toplumun kafasında oluşturduğu örnek kişiye dönüştürmek için baskı altına alır. Bizler de üstümüzdeki baskıdan kurtulmak için onların kafasındaki insanlara dönüşmek zorunda kalırız.
Bu örnek kişilerin de duyguları arka planda olduğu için bizler kendi duygularımızı, düşüncelerimizi ve çektiğimiz acıları içimizde saklarız veya topluma uygun düşünceleri dile getiririz. Bunun sonucunda bizim istemediğimiz fakat toplumun belirlediği kurallar içerisinde hayatlar yaşarız. Sebebi ise toplumun takdirini ve beğenisini kazanmaktır.
Sizce toplumu tatmin etmek, asıl benliğimizin farkına varmadan
yaşamaya değer midir? Kendisi olmayan, kendisi olmayı başaramayan kitleler oluşturan toplumlar dönüşümü, yükselişi nasıl sağlayabilirler?
Emir Turhan
Tebrik ederim Emir evladım. Yaşın itibarıyla eleştirel yaklaşımını anlıyorum. "El âlem ne der?" putunu yıkmaya çalışmanı anlıyorum. Lakin bütün toplumsal kurallar da kötü ve olumsuz değildir. Onları da korumak ve bizzat diri tutmak gerekir, diye düşünüyorum...
YanıtlaSil