TEKÂMÜL KİTABI
Bugünlerde elementer kökenime merak saldım. Sorular, zehirli sarmaşık olmuş zihnimi boğuyor.Onu ancak sağaltıcı cevaplar hürriyetine kavuşturabilir. Bu bağlamda okuduğum her bir kitabın hem kalbimi hem de ruhumu bir gazel gibi titrettiğini itiraf etmeliyim.
Ben, biyologların primatlar olarak
sınıflandırdığı bir hayvan mıyım; yahut semavi dinlerin kendisine özel bir yer
tahsis ettiği ,şımarttığı eşref-i mahlûkat mı? Hayat serüvenim sperm denilen bir
tek hücreliden mi başladı? Yoksa ben; toprak,
su, kan, safra ve bolca kederle mayalanan bir organizma mıyım?
Bir hastane odasında meraklı bakışların ve
oksijenin saldırısına maruz kaldığım o ilk günü hiç unutamam. İster prematüre
ister sezaryen isterse normal doğumla olsun, kâinat benimle yeniden yaratılmıştı
sanki. Peki, çığlığı koridorlardan taşan bu küçük beden bir insan mıdır? “Tekâmül”
adlı hacimli bir kitabın ilk sahifesini daha o an çevirdiğinin farkında mıdır?
Bundan yaklaşık 200.000 yıl önce sureti,
insana benzeyen homo erectus, neandertal, homo sapiens… vb. hayvanların ortaya çıktığı
söyleniyor. Neandertal kas gelişimi, sapiens ise iletişim ve bilişsel
gelişimiyle ön plâna çıkarak hayata
tutunmuş.
Materyalist evrim, homo sapiensi; “en primitiften
en ideale doğru ıslah olan tür” diye tanımlıyor. O, aşama aşama terbiye olmuş
bir hayvan… Günümüz insanının atası kabul ediliyor. Ancak bunca gelişmişliğine
rağmen kendisi şehvet, öfke ve korku cephelerinde ağır yenilgiler almış. Bunu tarihin
ilk evrelerinde mızrağına eklemlediği çakmaktaşıyla birçok floranın,
faunanın Azrail’i olmasından anlıyoruz. Hâlâ nükleer başlıklı füzeleriyle, kitle
imha silahlarıyla hem türdeşinin hem de ekolojik sistemin canına okuyor.Kısacası
bu seri katil, ne avcı toplayıcıyken ne tarım toplumunun bir üyesiyken ne de
sanayi toplumuna dâhil olunca ellerine bulaşan kanın kurumasına izin vermiş.Zaten
bir ruhun dizginlemediği, bilinçsiz hormonların bilinçsiz atomların ürettiği
bir canlıdan başka ne beklenebilirdi ki? Bir değere adanmak mı yahut tapınmak
mı?.. Bunlar, safdillerin masalları olsa gerek.
Çapamı semavi dinlerin limanına atıyorum sonra.
Mevcudatın en önemli varlığı Tanrı,
orada karşımıza mahlûkatın en donanımlısı olarak insanı çıkarıyor. Bu canlıda
başkalarında bulunmayan bir ihtiyâr(seçmek) yetisi var. Elinden düşürmediği bir
kalemle hem kendi hem de diğer varlıkların alınyazısına müdahale edebiliyor. Aynı
zamanda o, eşiğine bırakılan her emanete sahip çıkacak kadar sorumludur.Muhakkaktır
ki, sorumluluğu üstlenen “sorunlu olmayı” da peşinen sırtlanıyor demektir.
“Tanrı, insanı kendi
suretinde yarattı…”(Yaratılış 1:27) Demek
ki, zatını insanda görecek ya da âleme
gösterecek. Zira O, gizli bir define, bulunmak istiyor. Bu, bir ihtiyaç veya ego
tatmini değil.Bu malumun ilamıdır.
Kur’an penceresinden büyük resme bakıyor; Allah’ın,
hâlik (yaratan) ve hallâk(durmaksızın yaratan)gibi vasıflara haiz olduğunu
görüyorum. Ancak bu yaratma nasıldır? “Ol!” emri, ani bir meydana gelişin gonk
sesi midir yoksa bir süreci mi kapsar? Bilemiyorum. “Yemin olsun, biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri
altı günde yarattık…”(Kaf-38) derken
“gün” vurgusunun 24 saate değil, aşamalılığa işaret etmesi kulağıma daha makul geliyor.
Çünkü ben, bilinçli tasarımcının yaratırken doğa yasalarını sekteye
uğratmadığını düşünüyorum.
“O ki, sizi halden hale/evreden evreye
geçirerek yarattı.” (Nuh-14) Toprak,
sperm, zigot… gibi biyolojik bir evrim süreci geçirdiğim muhakkak. Ancak dünya
sahnesinden rol çalabilmek için kadın –erkek cazibesinin araçsal sebep kullanımına
da muhtacım. Kim bilir; aynı zamanda çamurdan yaratılmaya devam ediyorumdur. Yoksa
ondaki elementlerin saçlarıma, elime, ayağıma bulaşmasını nasıl izah edilebilirim?
Hem öyle olmasa son bir kez kundaklanıp kucağına salındığım toprak, şefkatli bir anne gibi beni bağrına basar
mıydı?
“Allah; Âdem’i, Nûh’u, İbrahim Ailesi’ni,
İmran Ailesi’ni seçerek âlemlere üstün kılmıştır.”(Âl-i imran-33) Yaratıcı tasarımcı birçok beşer türü arasından
seçim yapmıştı. Beşerken, suret-i
insandım . Canım mevcuttu ama henüz bir ruhum yoktu.Güdülerimin otoritesine
boyun eğmiştim. Yeryüzünde kan döküp fesat çıkarmam bu yüzdendi. O halde özümü
“tekâmül ”adlı gergefte ilmek ilmek dokumalı; ruhî evrimimin nefes alıp
verişini elementer sürecimin ensesinde hissetmeliydim.
Aklıma
birdenbire “Suç ve Ceza” düştü. Raskolnikov’a
tefeci iki kız kardeşi öldürme emrini şeytan mı vermişti? Yoksa o Freud’un “id”
dediği hayvanî yönüne esir düşüp beşer mi olmuştu? Kendisine pişmanlık yaşatan
içindeki mahkemeye-vicdan- karşı ne yapabilirdi? Tabi ki, bir şey yapamadı.Ayaklarına
kendi elleriyle pranga vurmuştu. İçine kendi rızasıyla atıldığı zindanın
anahtarını bir zebaniyi andıran gardiyana bizzat elleriyle teslim etmişti.
Hatta o gardiyan bile kendisiydi.Kendi zindanında kendine işkence çektirirken
nereden bilecekti bunun insaniyet yoluna kaldırım döşemek olduğunu? Artık
vicdan mahkemesinde yargılanmıyordu.İşlediği cürümün cezasını katbekat
fazlasıyla ödemişti. Beraatını bir nişan gibi göğsüne iliştirdi.İnsana
dönüşmüştü. Peki, “tekâmül kitabı” tamamlanmış mıydı? Hayır,
sırada “adam olmak” vardı.
Fırat KÖKLEN
( Ayarsız Dergisinde Yayınlanmıştır )
Gerek edebî gerekse dînî yönden çok etkileyici...
YanıtlaSilTeşekkür ederim Adem Bey.
YanıtlaSil'Hayatı boyunca Tanrı'nın ilk emri ile hareket ettiğinin bilincinde olan insan, kitabının her sayfasını özenle çevirir.' Ben böyle bir şey çıkarımladım hocam. Bu müthiş bilinç inşası için çok teşekkür ediyorum.
YanıtlaSilBen, teşekkür ediyorum Enescim
YanıtlaSil