BAŞÖRTÜSÜ-2

 


Ülkemizde başını örten kadınlarımızın çoğunluğu kuşkusuz ki “Allah’ın emri” olduğuna inandığı, inandırıldığı için örter. Bir kısmı ibadet ederken, cenazede, taziye ziyaretinde, mabet ve kutsallaştırılmış mekan ziyaretlerinde örter. Bir kısmı soğuktan ve kısmen de sıcaktan korunmak için örter. Az bir kısmı da çıkar sağlamak, statü elde etmek ve siyasal güç odaklarına mesaj vermek için simge olarak örter… Elbette örtünmenin ve örtünün şekilleri de farklılık arz eder.

Burada önemli olan niyet okuyuculuğu yaparak, kişinin ne maksatla başını örttüğüne başkasının karar vermemesidir. Öyle bir absürtlüğe insan hak ve özgürlüklerine aykırılık cihetinden bakmak, özel hayata müdahale olarak görmek ve topluca karşı çıkmaktır esas olan. Hele hele bu niyet okuyuculuğunu siyasiler, gücü arkasına almış bürokratlar, teknokratlar ve onların borazanlığına soyunmuş gazeteciler asla yapmamalıdır. Bu mevzu, tamamıyla biz eğitimcilerin eline bırakılmalıdır. Aksi halde toplum mühendisliğine soyunulmakta ve halkın bir kesimine topyekûn dar gelen elbiseler biçilip giydirilmiş olunmaktadır. Doğal olarak o elbise, başlangıçta beklenmedik gibi gözükse de aslında, zaman içerisinde hedeflenen ve istendik ölçüde patlak veren, sökükler meydana getiren bir elbise olarak karşımıza çıkmaktadır! Çünkü halkın beklenen refleksleri, istenen yönlere kanalize edilmekte ve siyasi rant aracı olarak kullanılabilmektedir! Toplum mühendisliğinden kastım da tam olarak budur…

(Başörtüsünde olduğu gibi pek çok diğer konularda da benzer uygulamalara tanık olmaktayız ülkemizde! Çünkü okumayan ve olayları derinlemesine analiz edemeyen insanımız şark kültüründen bir türlü sıyrılamamaktadır…)

Sen şu maksatla başını örtüyorsun tarzında mobbing uygulamak, başını açmaya zorlamak, başını örtüyorsan sen şuraya ait olmalısın tarzında kategorik ayrımlara tabi tutmak, bu ülkede yaşıyorsan ille de şöyle giyineceksin baskısı uygulamak, ikna odalarına tabi tutmak, ‘kamusal alan’ diye bir kavram icat edip ülkesini ve devletinin kurum, kuruluş ve arazilerini dahi naifliğin ve zarafetin timsali olan kendi kadınlarımıza yasaklamak gibi iğrençliklere, maalesef imza atılabildi bu ülkede!..

Ne adına? Laiklik ve Atatürk ilkeleri adına!..

Ondan sonra ülkenin kurucu lideri ve bilimin ışığında akılcı öngörülerle ürettiği devlet politikalarına düşman ya da en azından çözümün ne olduğunu anlayamayan arızalı nesiller yetiştirilmesine çanak tutulmuş oldu. Devletin gücünü eline alan sözüm ona Atatürkçü(!) ama içi boş, sloganik Kemalist zihniyetin antidemokratik ve despot uygulamaları yüzünden Atatürk düşmanlığı ve sanki Atatürk ilkelerinin Müslümanlığın önünde bir engelmiş gibi algılar oluşturulmasının tohumları ekildi. Tarikat ve cemaat yapılaşmalarında köpürtüle köpürtüle bu konular işlendiği için doğal olarak, mütedeyyin ve muhafazakar diye nitelenen insanlarımızın Atatürk’e ve ilkelerine çekinceli veya tepkisel yaklaşımı söz konusu olmaktadır.

Sonuçta başörtüsü zulmünün doğurduğu mağduriyet üzerinden geçinerek, günümüzün fetö elebaşısı, geçmişin ise hoca efendisi Fetullah Gülen de dahil, ABD orjinli “Yeşil Kuşak Teorisi”nin pratisyenleri olarak siyasal İslamcı bir iktidarın önü açılmıştı...

Din eksenli politik söylemler geliştirdiği için, beyin takımı başörtülü eşlere sahip oldukları için, başörtüsü serbestliği üzerinden halkta rahatlama oluşturdukları için yolsuzluk, rüşvet, hırsızlık, adam kayırma, yandaşlık, torpil, irtikap vs gibi Müslümanın uzağından bile geçmeyeceği hususların dibine dalınmış olmasına rağmen, yıllardır iktidardalar ve bir türlü iktidardan düşmemektedirler. Bu saydıklarım toplumu çürüten ana ahlaksızlıklar olmasına rağmen, onları destekleyen halkın gözüne hiç batmıyordu… Sanki ‘far avı’ ile tavşan avlanmakta idi! Başörtüsü, halkın gözüne tutulan far olmuş ve halkta geçici körlük oluşmuştu artık…

Genel, yerel, referandum vs hangi kulvarda bir seçim yapılırsa yapılsın, hepsinden galibiyetle çıktılar. Ta ki, 2019 yerel seçimleri olayın rengini değiştirdi. Genç kuşaklar, din ve inanç üzerinden yapılan ayrıştırmalara prim vermediği için artık hiçbir şey eskisi gibi olmuyordu! Hatta kendilerinin dindar olduklarını ve dindar nesil yetiştirme amacıyla hareket ettiklerini söylemelerine rağmen, eylem ve söylem birlikteliğinin ortaya konmamış olması gençleri onlardan daha da uzaklaştırmaktaydı!

Ülkede Kemalist ideoloji ve Dinci ideoloji bu açıdan bakıldığında aynı noktada birleşmekte ve aynı amaca hizmet etmekteydiler. Elbirliği ile ülkenin Kurucusunun ve Kurucu irade ilkelerinin izleri silinmeye çalışılmaktaydı.

Sevgili yavrularım, değerli gençlerimiz hitapları ile sizin üzerinizden okuyucularıma “Cumhuriyetin kazanımlarına sahip çıkmak gerektiği vurgusunu boşuna yapmıyorum!” Siz gençleri gördükçe de, o ham hayallerin asla başarılamayacak bir heves olduğuna şahit olmaktayım elhamdülillah…

1980 Askeri darbesinden sonra Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı, Turgut Özal’ın başbakanlığı döneminde sosyokültürel hayatımıza yaygın bir şekilde giren türban, pardösü üzerine giyilen geniş bir eşarp idi! Ardından ebatları küçülecek, pratik örtünme tarzlarında türevleri üretilecek ve markalarına göre toplumsal statü belirleyecek bir sembole dahi dönüşecekti o! Fakat o dönemde modern bir model olarak ortaya sürülen pardösü eşarplı kıyafet tarzı, özellikle üniversite öğrencilerimizin kullanımına sunuldu. O şekilde kızlarımızın eğitim haklarından mahrum kalmalarının önüne geçilmiş oldu!

Sonrasında kadınlarımızın sevgisi ve sempatisini de kazandı aslında türban! Ama “Adı bile bize ait değil, devşirme kullanımlara gerek yok, biz ona başörtüsü diyoruz.” diye günümüzde yaygın olarak türban ismi kullanılmamaktadır! Bugün çok şık ve kendisine yakıştırarak kapalı giyinme modellerini sunan kadınlarımızın kılık kıyafet ve giyim kuşam devrimindeki temeller o günlerde atılmıştı! Olayın seyrine bakıldığında fıtraten, giyim kuşamın gelenekle ilgili bir realite olduğu ve insanın hem bireysel, hem de toplumsal hafızasında buram buram örf koktuğu görülebilmekteydi!

Günümüzde tam bir kadın tesettürü gibi kabul gören o tarz, aslında o zaman bir ara formül olarak hayata girmişti. Pek tabi dini daha iyi yaşadıkları iddiasında bulunan tarikat cemaat yapılaşmaları yine kıyamet koparttılar ve “Türban diye bir şey çıkarttılar, dinimizi tahrif ediyorlar, Müslüman kızlarımızı kadınlarımızı modaya kurban edecekler. Kesinlikle kızlarımız okutulmamalı, hem kendinizin hem de evlatlarınızın ahiretini yakmayın. Geçici bir hayat olan dünya nimetleri ve kariyer uğruna ebedi hayatınızı cehenneme çevirmeyin! Akıllı insan bunun iflasa götüren bir ticaret olduğunu anlar! Oyun büyük yerden planlanıyor. Bunların arkasında çarşafa el uzatanlar için Antep’te, Maraş’ta düşmana kurşun sıkan atalarımızın kuyruk acısı var. Onlarda başaramadıklarını, türban üzerinden torunlarında başarmak isteyen ecnebiler var, Batı var ve Batının kuklası olan Özal var vs” söylemleri ile kendilerince güya Allah için(!) Müslümanları uyarmaktaydılar.

(Özellikle Turgut Özal’ın eşi Semra hanımın başının açık olması, bu söylemlerde önemli bir pay sahibi idi. Özal zamanında cemaat ve tarikat yapılaşmalarına çok büyük imtiyazlar sağlandığı için onlar Özal’ı azıcık sevseler de aslında, Onu ehveni şer olarak görürler, şimdilik askeri güç odakları karşısında takiyye yaparak durumu idare eden ve gelecekte Mehdi’ye zemin hazırlayan biri olarak görürlerdi…)

Kısacası ne giyseler, nasıl örtünseler de en nihayetinde çarşaf giymedikçe, peçe takmadıkça, çevre sorunlarına dikkat çekmek için dünya turuna çıkarılmış 7. Kıta temsilcisi gibi giyinmedikçe; Allah’tan rol çalan ve Onun sözcüsü gibi konuşan din oligarklarını memnun etmesi mümkün değildi kadınlarımızın…

“Başını örtmüş ama nasıl giyinmiş? Başı örtülü ama tesettür ne gezer? Başörtülü olsa ne ki, makyaj bile yaparak adeta ben burdayım diye bangır bangır bağırırcasına süsleniyor ve modayı takip ediyorlar! Başörtülü ama sosyete, süslüman vs” gibi ardı arkası kesilmeyen tabirler üzerinden başı kapalı kadına müdahale de almış başını gidiyor! Baş açıklar ise zaten cehennemin en diplerinde kaynar kazanlarda kaynayarak yanacak(!) onların nezdinde… Haşa kendileri Allah’ın danışmanı ve cennetin bekçisiydi ya…

 

Hayati YAMAN

Yorumlar

  1. Müthiş noktalara temas etmişsiniz hocam. Bahsettiğiniz "Niyet okuyuculuğu" öyle bir şeye sebep oldu ki artık yaşam biçimi denen şey sanki birilerine entegre edilmeden anlamlı olmuyormuş gibi bir algı oluştu. Herkese saygı duymayı ne zaman öğreneceğiz!?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, aynen öyle Enescim. Bize düşen kendi sorumluluk bilincimizle yaşamak ve kardeşlerimizin yaşamını kolaylaştırmak. Toplumun kendi arasında sorunu yok aslında. Onun üzerinden geçinen tüccarlara malzeme vermemek lazım hepsi o kadar. Kaldı ki siz Z kuşağı o hususta da harikasınız...

      Sil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar