GÖRÜNMEYİ OLMAYA BOĞDURUYORUM!



Sancı: “İç organlarda batma ya da saplanma şeklinde ortaya çıkan, bazen üşütmeye dayalı gaz sıkışmasıyla kendisini hissettiren bazen de organlarla örülü vücut kafesine kan kokusu almış köpek balığı gibi dişlerini geçiren ağrıdır.”

Damağımızı kırıp diş köklerimizi zorlayan derine daha derine inmek için ağzımızın içinde bir hilti çalışıyor hissi uyandıran diş sancısı bu sancılara örnek gösterilebilir. Elbette, Meryem’in İsa’yı doğururken sırtını yasladığı ağacın altında yaşadığı doğum sancısını da görmezden gelemeyiz.


Ancak ne diş sancısının ne doğum sancısının ne de böbrek sancısının olmak ya da görünmek sancısı yanında bir önemi olmuştur. İnsan, yaşamı boyunca tribünleri hıncahınç(dışı tenha) ruh arenasında “Görünmek ile Olmak” adındaki iki delikanlıyı ellerine birer gürz vererek gladyatör gibi çarpıştırmıştır.


Olmak ya da görünmek diyalektiği hayvanlar, bitkiler ve madenlerde ise yaşanmamıştır. Çünkü onların davranışları “fıtrat” adlı bir usta tarafından bina edilmiştir. Onlar görünmeyen prangaları, görünmeyen kelepçeleriyle statik bir kaderin mahkûmudurlar. “Sünnetullah” adlı terzinin kendileri için biçtiği elbiseyi hiç yadırgamadan giymişlerdir. Çakıl taşının çakıl taşlığından, timsahın timsahlıktan çıktığına şahit olunmazken tarih insanlıktan çıkan çok sayıda insanı silinmez kalemlerle hafızasına kazımıştır.

Görünmek saç tellerinden ökçelerine kadar “imaj” adlı aşüfteye meftun olmuş; omurgalı görünmek, adam görünmek, dürüst görünmek, kadın görünmek, sûfî görünmek, mutlu görünmek gibi mevziileri kendisine yurt edinmiştir. Görünmek; dışı yaldır yaldır parlayan bir kâşane olsa da esasında çatısı akan, duvarları sentetik boyalar misali kabarıp dökülen bir viranedir.

Gözünün görebildiği, elinin temas edebildiği, ayaklarının altında sertliğini hissedebileceği gerçeğin peşindedir. Yeşilin tonlarındaki doğaya bakınca onun benzindeki sarılığı, başının üzerindeki maviliği fark eder. Birleştirmek yerine ayrıştırıcıdır. Onun biricik hakikati çıkarıdır. Dünyanın zülüfü uğruna değerlerini gözünü kırpmadan yardan aşağı iter. Bir yumurtanın zarından hassas elleri, biçimli narin ayakları, bal rengi gözleri dikkatleri üzerine çekse de çevresine kir ve kin pompalayan kalbi şeytandan süresiz alınmıştır. Değil kırk tas gezegenin tüm suları üzerine boca edilse onu paklamaz.

Tarih görünmek sancısı çeken onlarca örnek kaydetmiştir.

Kaderciliğin mucidi olan şeytan , “Rabbim madem sen beni yoldan çıkardın…”(Araf 15) diyerek davranışlarının öznesi olamamıştır, görünmek sancısı çekmiştir.
“Yöneticiye ayak direyen Tanrı’nın kaderine karşı gelmiş olur. ”diyen Pavlus Roma’ya görünmek sancısı çekmiştir.
Zeki Veliydi Togan’ın “Başkurtlara ve Tatarlara bağımsızlık verecektiniz ne oldu? ”sorusuna “Sen siyasetle ahlâkı birbirine karıştırıyorsun” diyen Lenin görünmek sancısı çekmiştir.
Peygamberin her gün geçtiği yolları takip ederek, onun elini ayağını kanatsın diye diken eken İkrime Mekke oligarşisine görünmek sancısı çekmiştir.

Olmak; bir tekâmülün adıdır. İnsan olmak, adam olmak, dürüst olmak, arif olmak ve olmak; yalnız kalacağını bilmektir. Dikenler arasından gül devşirmektir. Ve yola düşmektir olmak, yolda düşmektir, kalktığı yer düştüğü yerdir ve yine yola revan olmaktır ve yolda ölmektir. Elbette tarih olanları da hafızasına kaydetmiştir.

Kimi metinler “Adama” diye ünlemişlerdir ona kimi metinlerse “Edeme ”diye. Ancak Mutlak kudret hamurunu toprak ile kardığından ona en çok “Âdem ”ismi yakışmıştır. Onun bir elinden ve saçlarının arasından toprak dökülse de diğer eli kana bulanmıştır. Belki dışındaki şeytanın belki de içindeki şeytanın ayak izlerine basıp ilahi hududa tecavüz etmiştir. Masum değildir artık lakin haddi aştığının farkına varmış ve “Allah’ım ben kendime zulmettim” demiştir. Bu cümle ancak bedel ödemeye hazır olan asil ruhların kurabileceği bir cümledir. O günden sonra onun adı “Adam” kelimesi ile yan yana kullanılmıştır. Yani olmayı görünmeye tercih edenlerin yanında. Ve Âdem bir tekâmüle ad olmuştur.
Ona ne olduysa 29 yaşında olmuştur. Sanki ruhunu ecinniler basmıştır. Bu yaşına kadar sarayın dışını merak etmeyen Siddhartha, koruması Channa ile kendisi için bakir bir yaşama adım atmıştır. Gördüğü hasta insanlar, yaşlılar, omuzlar üzerinde taşınan ölüm ve dilenen insanlar onun nazik bedenini sanki duvardan duvara vurmuştur. Onun başıkabak, yalın ayak insanların arasında ne işin vardır? Hastalanan kendisine otacı bulmalıdır, yaşlı ölümü beklemelidir, ölen bilmiyor mudur sanki katilin kanlı bıçağıyla ensesinden ayrılmayan doğum olduğunu. Dilenenin de eline üç beş kuruş sıkıştırıp vicdanını rahatlatmalıdır Siddhartha. O, hassas sırtını görünmeye yaslamamıştır. Sarayından tanımadığı bir hayatın, önünden bir nehir gibi akıp gittiğini görmek onu şaşırtmıştır. Onun bu yaşa kadar ki deneyimleri sabun köpüğüdür. Görünmek arzusu onun zindanı olmuştur ve yaban incirinin altına da olmaya gitmiştir Siddhartha.(Buddha)
“Ur ” şehrinde doğmuştur. Ailesinin tüm bireyleri çoban olmasına rağmen babası Azer iflası mümkün olmayan kârlı bir iş keşfetmiştir. Akıllı adamdır. Evlerinin arkası tanrı yaratma atölyesine dönüşmüştür. Keskiler, çekiçler, mengeneler… Paranın miktarına göre tanrıların elleri, gözleri, ince ayak bilekleri ve hatta kudreti yontulmaktadır. Tanrıların vücut ve bekâsı babası Azer’in, kardeşleri Haran ve Nahor’un el becerilerine mahkûmdur. Ah! Yonttuklarının içine bir de ruh zerk edebilseler. O, bu tabloda neden yer almamıştır, yerleşik inançlara ve egemen yapıya neden ayak diremiştir, onun için güçlünün koltuğunun altına girmek daha konforlu bir seçenek değil midir, yalnız bırakılacağı hiç mi aklına gelmemiştir? Hâl böyle iken sevdiklerini ve hayvanlarını alıp Ur’dan Kenan’a yürümüştür. Bu yürüyüş, kendi ayaklarıyla değil âdeta yüreğinin ayaklarıyla gerçekleşmiştir. Yüreğinin çeperlerini ince ince örmüş Kenan’a ulaştığında ise yürüyen bir yürek kesilmiştir. Yani yüreğindeki fazla deriyi atmış onu sünnet etmiştir. Moriah Dağına da evladını ve en keskin bıçağını alıp olmaya çıkmıştır İbrahim.
Terk ettiği Mısır’a ilahi bir sesle geri dönmüştür. Sanki İsrailoğulları çılgın dalgaların ortasında kalmışlar ve ondan onlara kıyıdan bir dal uzatması istenmektedir. Musa onlara yıllarca korkup başkalarına devrettikleri özgürlüklerini kendilerine devretmeyi vaat etmiştir. Kızıldeniz, Sina çölü… Nihayet Sina Dağına varmışlardır. O, dağa doğru tırmanmıştır. Fırsat bu fırsattır. Onlar altın bir buzağı yapıp etrafında çılgınca raks edip kendilerinden geçmişlerdir. Belli ki hem Mısır hem de eski tanrıları gözlerinde tütmektedir. Bu sahneyi gören Musa’nın içi burkulmuştur. Buzağının aslında gücü, parayı ve nefislerini temsil ettiğinin farkındadır. Onlara 10 emirden 2.sini ısrarla hatırlatmıştır. “Kendin için oyma put yapmayacaksın” (çıkış 20,4-6) Çünkü onun tanrın resmedilemeyecek, tanımlanamayacak kadar yücedir. Musa çok uzun yıllar sonra borsanın sembolünün boğa olacağını nereden öngörecektir. Yanındakiler olmaya sırtını dönerken, olmaya alnını dönmüştür Musa.
O, yeni bir din vaaz etmemiştir. Anlattıklarına ancak 12 kişi inanmıştır. Yoksa 11 midir? Yahuda İskaryot, 30 dirhem karşılığında yamuk mu yapmıştır ona. O’nun “…sağ yanağına vurana öbür yanağını da çevir” (Matta 5.39) vb. söylemleri Yahuda’nın canını mı sıkmıştır? Oysa Roma’ya kılıç sallamalıdırlar beraber, canını acıtmalıdırlar zalimin. İsa ise bir uyarıcıdır. O’nun keskin kılıcı cümleleridir. Onun sancısı halkları yönetenlerin adaletli olmaları ve mazlumu kollamalarıdır. Ancak Yahuda’nın çaşıtlığı papazların da, Roma’nın da değirmenine su taşımıştır. Mesih İsa iktidara göz dikmiştir. Sırtında çarmıh, kalabalıklar önünde Golgota tepesine sürüklenmelidir. Bu azgın kalabalık görünmeyi yeğlerken, olmaya göz dikmiştir İsa.

Çinli konçuy, ipekli elbiseler ve Budizm budunun dinamiklerini alt üst etmiştir.

Ve Türk’ün ihtisası olmayan bir konu esaret günleri başlamıştır. “Ata yapışık kavim ”savaşmayı unutmuştur. O ise Atsız’ın kahramanıdır. Atsız, onun kulağına şöyle fısıldamıştır: “Yaşamak isteyen savaşmayı da göze almalıdır. Onun bedeninin bu acunda bir hükmü yoktur. Türk budunu ise yaşamalıdır. O, bir kağanın oğlu olmasına rağmen hiçbir zaman benlik gütmemiş, iktidarın bir kulpundan yapışmaya tenezzül etmemiştir. Çin esaretinde eski kağanın oğlu olarak görünmektense 40 çerisiyle Çin sarayını basarak olmağa varmıştır Kürşad.

Mekke oligarşisi Mekke sokaklarında yargı dağıtmaktadır. Ancak bu yargının duvarları piramit şeklinde örülmüştür. Bu yargıyı ezber etmenin en iyi yolu bir alttakinin başına tekme atmak, ya da o başa basmak şeklindedir. Genç kızlar Mekke’nin arka sokaklarında beden işçisi olarak çalıştırılmakta, kız çocuğu olan babanın yüzü simsiyah kesilmektedir. Onu da bir anne doğurmuştur ama birçok kız çocuğu bırak anne olmayı çocuk bile olamadan toprağa gömülmektedir. Tefeciler mazlumun malına üç kuruşa el koymaktadır. Kâbe’de put turizmi yaşanmakta kalplerine Allah’ın yanına yedek ilahlar da sıkışmaktadır. Bu gördükleri, evet yanlıştır ama doğrusu nedir onu da bilmemektedir. Şaşkınlığı mağaraya gidene kadar sürmüştür. Bu kutlu yolculuk onu ayet ayet örmüş ve zihnini dönüştürmüştür. Ve sonra Mutlak kudret: “Toplumu da dönüştür, aktif iyi ol!” diye fısıldamıştır kulağına. Elbette anlattıkları yerleşik düzenin hoşuna gitmemiştir. Ona dağ gibi yığılı altınlar, Mekke’nin en güzel kızları, Mekke yöneticiliği teklif etmişlerdir. O, ellerini işaret ederek “Bir elime güneşi verseler, diğer elime ayı verseler yine de davamdan vazgeçmem” demiştir.

Onlar görünmek için sancılanırken Hıra’ya olmak için yürümüştür Muhammed. Bırak, görünmek için sancılanıp durmayı, boğdur içindeki görünmeye can atan kısmı ve bu cinayette katil arama!

(Ayarsız Dergisinde yayınlanmıştır.)


Fırat KÖKLEN

Yorumlar

  1. Müthiş derinlikli bir sunum olmuş Fırat hocam. Emeğine sağlık, yüreğine sağlık, beynine sağlık... "Olmak veya görünmek" diyalektiği arasında müthiş gitgeller yaşadım. Emin ol, anladım ki bu iş çok sancılıymış...

    YanıtlaSil
  2. Ben teşekkür ederim abi.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar