FİL ve ÇİMEN



Okumadığımız, araştırmadığımız, araştıran kimselere değer vermediğimiz, tarihten ders almadığımız ve hepsinin öznesi aklımızı kullanmadığımız için sürekli benzer olayları yaşayıp duruyoruz!

Senaryoları iç ve dış mihraklarca yazılan, yönetmenlerce gerektiği anda vizyona sürülen ve insanımızın kahir ekseriyetine de koyun gibi izlettirilen Madımak ve Başbağlar katliamları sayesinde fillerin tepiştiğine, çimenlerin de ezildiğine şahit oluyoruz biz. Ama gerçekte yaşananlar bir sinema perdesine yansıyan olaylar değil, hayatın tam merkezinden gerçek kesitler oluyor!..

Bugün yazacaklarımı aslında 2 Temmuz'da, Madımak katliamının yıl dönümününde yazmayı, tarihe ve torunlarıma kayıt düşmeyi hedeflemiştim. Fakat blog yöneticisi kızım, kendisine önceden gönderdiğim "LGBT sunumunu" 2 Temmuz'da yayına verdi. Ben de bunu fırsat bilerek Sivas'ta yaşanan o melûn katliam ile aynı yıl 5 Temmuz'da Erzincan'da yaşanan meşûm Başbağlar katliamına da dikkat çekmek istedim. Pusuya yatarak birlik ve beraberliğimizi bozmaya yönelik siperlerinde mevzi almış fırsatçılara koz vermemek gerektiğini öğütlemek istedim. Amaçlanan ne idi? Alevî-Sünni çatışması!..

Öyle değil mi? Birileri bizim üzerimizden ayrıştırıcı ve bölücü planlar kurarak filmi perdeye aksettiriyorsa sadece onları suçlayarak bu sorunu çözemeyiz. Onların eline koz verdiğimiz için biz de sorumlu ve suçluyuz! Yumuşak karnımız ve zaaflarımız olarak Sağ-Sol, Türk-Kürt, İlerici-Gerici, Laik-Antilaik, Osmanlıcılık-Cumhuriyetçilik vs gibi ayrışmalara zemin hazırlamamak ve oralardan birilerine ekmek çıkarmamak gerekir. Aksi hâlde bir kibritin alevi kadar zayıf ve titrek ateş, bir şehri yakmaya varacak yangına dönüşebiliyor işte. Kitlesel eylemlerde kışkırtıcılar araya sızınca grupların kontrolden çıkması çok kolay oluyor. Bu konuda yabancı istihbarat örgütlerinin cirit attığı bu coğrafyada, üzülerek belirtmem gerekirse kendi istihbarat örgütlerimizin de çok masum olduğunu söyleyemem.

15 Temmuz darbesinin aktörlerinden olan general Mehmet Dişli'nin YAŞ kararlarıyla emekliye sevkinde mutabık kalınmış iken bir gecede terfi kararının şaşırtıcı durumu dönemin başbakanı Davutoğlu tarafından dile getirilmedi mi?

Yine fetönün baş imamı darbenin baş aktörü olan Adil Öksüz göz altındayken nasıl firar etti? Adil Öksüz'ün dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile Akıncı üssünde birlikte bulundukları için töhmet ve şüphelerin giderilmesi yönünde adımlar atmak için çaba gösteren TBMM'de araştırma önergeleri neden reddedeliyor?

2015'te onlarca sivil ve masum vatandaşımızın ölümüne neden olan Ankara'daki "Gar Patlaması"nın iç yüzüne yönelik yine dönemin başbakanı Sayın Davutoğlu'nun açıklamaları çok çarpıcı değil miydi?

2013'teki "Gezi olayları"nın gerçekten samimi ve yeşili korumak maksatlı başlamasına rağmen sonradan mecraından saptırılarak, başlangıçtaki kişilerin uzaklaşıp, onların kontrolü ile çok farklı boyutlara taşınması ve ortaya çıkan kutuplaşmadan siyasi malzemeler çıkarılması yaşanmadı mı?

Suriye ile savaşa girmek için sınır ötesinden bir iki bomba sallayıp, onlar yaptı diye kamuoyunda meşru zemin oluşturma beyanatları verilmedi mi?

1993'te PKK ile MİT bağlantılarını çözen Uğur Mumcu'nun onları açıklamaya hazırlandığı anda saatli bomba ile hayatına kast edilip, belgeleri yok edilmedi mi?

Türk Solu dergisinin Mart 2009 sayısı genel yayın yönetmeni Gökçe Fırat tarafından "Gülerek yaktın, donarak öldün!" kapağı ile yayınlanmadı mı? Genç zihinlerde Madımak olayı, Muhsin Yazıcıoğlu bağlantısı kurarak yine toplumsal ayrışmaya tohumlar atılmadı mı? Daha sonra bahsi geçen Gökçe Fırat'ın fetöcü olduğu kanıtlanmadı mı?

1995'te İstanbul Gazi Mahallesi'ndeki olayların dahi şaibeli olduğu ortaya çıkmadı mı? Vatandaşının can ve mal güvenliğini korumak birinci görevi olan şeffaf ve adil bir devlette "kimliği belirsiz kişiler!" ya da "faili meçhul cinayetler!" cümleleri kurulabilir mi? Kuruluyorsa devletin içine sızmış, belli mahfillerce korunup kollanan çeteler tarafından organize edilen işler değil midir bu provakasyonlar?

2009'da yine İstanbul Küçükçekmece'de belediye otobüsüne molotof kokteylli saldırı yaparak lise öğrencisi Serap Eser'in yanarak ölmesine neden olan saldırıyı MİT ve KCK bağlantılı şahısların yaptığı, dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in beyanatları ile gün yüzüne çıkarılmadı mı? "Olayları başlatan, yönlendiren ve belediye otobüslerine molotof kokteyli atanların MİT mensupları olduğunu gördük!" demedi mi?

2013'teki Kabataş olayı diye kayıtlara geçen, deri ceketli bir grup saldırgan sırf başörtülü diye Zehra Develioğlu'ya saldırdı, üzerine işedi şeklinde gerçek dışı haberlerle devletin en zirvesi dahi yanlış bilgilerle donatılmadı mı?

Bezm-i Alem Valide Sultan camiinde, ki müezzini olayın gerçek olmadığını söyleyip sürgün edilmesi bir realiteyken, "Ayyaşlar berduşlar, camide bira içtiler..." denilerek Gezi parkı eylemleri illegalleştirilerek toplumun kutuplaştırılmasına meşruiyet kazandırılmadı mı?

İşte hemencecik ilk aklıma gelenler...

Bundan 27 yıl önce yaşanan filmlerden biri, 2 Temmuz 1993'te vizyondaydı. Öncelikle masum, mazlum, mağdur ve akıbetlerinden bihaber olan, acımasızca katledilen 33 canımızı rahmetle anıyorum. Çünkü onlar, başlıktaki "çimenler" idi.

Diğeri ise ondan 3 gün sonra yine kutuplaşma maksatlı ve rövanş alırcasına planlanarak faillerin akıllardaki yerini bilinir pozisyonuna düşüren, aynı sayıda masum, mazlum ve yaşananlardan habersiz yeni canların kurşuna dizildiği Erzincan'daki "Başbağlar Katliamı" idi. Onları da rahmetle anıyorum. Çünkü onlar da "çimen"di...

Elbette yaşananları unutmayacağız, unutturmayacağız ama olayların perde arkasına da dikkat çekeceğiz.

Yıl 1993 ve iktidarda DYP-SHP koalisyonundan müteşekkil sağ ve sol görüşlü iki parti var. Başbakan Tansu Çiller, Başbakan Yrd. ise Rahmetli Erdal İnönü. Adalet Bakanı Seyfi Oktay. İçişleri Bakanı Mehmet Gazioğlu...

Hint asıllı İngiliz yazar Salman Rüşti'nin 1988'de yazdığı "Şeytan Ayetleri" kitabı, İslam dünyasında büyük bir infiale sebep olmuş İran başta olmak üzere pek çok ülke kitabın yayınlanmasını yasaklamıştı. Hatta Salman Rüşti'ye katli vacip fetvası çıkarılarak başına ödül konulmuştu. Türkiye'de de bakanlar kurulu kararı ile kitabın basımı ve satılması yasaklanmıştı. Aziz Nesin ise bu kararın ülkemize yakışmayan bir karar olduğunu "Laik, demokratik bir Cumhuriyette özgür birey, özgür toplum ve özgür, ilerici bir devlet olduğumuzu tüm dünyaya kanıtlamalıyız, bu yasağı kaldırmalıyız." diye yetkililere çağrıda bulunuyordu. "Kitabı desteklediğim için değil, yasaklara karşı olduğum için böyle düşünüyorum, hatta gerekirse ben yayınlayabilirim." diyordu...

Elbette Aziz Nesin'in bu beyanları, net olarak tam anlaşılamadığı için "Zındık, kâfir, o kim oluyormuş da İslam'a hakaret içeren o kitabı yayınlayacak ve müslüman mahallesinde salyangoz satacakmış! Dinime söven bari müslüman olsa..." karşı kampanyaları ile toplumsal karşıtlık harekete geçiriliyordu. Yaşadığı dönemde bir kaşık suda boğmak istedikleri Aziz Nesin'i, o kesim gizli saklı nasıl haklı buluyor şimdilerde! O da ayrı bir trajedi! Çünkü Salman Rüşti de yazdıklarını uydurmamıştı. Yazdıkları bizzat İslam kaynakları diye yere göğe sığdıramadıkları hadis kitaplarında geçiyordu. Şeytan ayetleri kitabını okuyanların İslam kaynaklarındaki "Ğaranik olayı" diye bahsi geçen olayları da incelemesini tavsiye ederim...

Sivas'ta Pir Sultan Abdal anma şenliklerine katılmak üzere Aziz Nesin'in de şehre geleceği haberi duyulunca bir gizli el yine devreye girerek provakasyonun fitilini ateşlemeye başlamıştı. Günler öncesinden, yerel medya ile provokasyon uyarıları yapılmasına rağmen, "Aziz Nesin'in Sivas'a gelmesini istemiyoruz!" kampanyaları yapılmasına, yetkililere durum bildirilmesine rağmen, gerekli tedbir ve önlemler alınmadığı için göstere göstere olaylar patlatılıyor. Ve vahşi sonuç ortada...

Yakılmak üzere abluka altına alınmış olan Madımak otelinde olanlardan birisi de Arif Sağ'dır. O dönemde kendisi milletvekilidir ve BBP il binasına sığınarak hayatı kurtarılanlardandır. Ama ısrarla bu bilgileri kamuoyuna açıklamaktan kaçınmış ve yıllar sonra itiraf etmiştir. Neden acaba? Olaylarda onun silahının da kullanıldığı, iki kişinin onun silahından çıkan kurşunlarla hayatını kaybettiği balistik raporları ile belgelenmesine rağmen yine belli noktalar karanlıkta bırakılmaktaydı! Biz ise hep buz dağının görünen kısmı ile ilgilendiriliyorduk! Bizler ipte volta atan cambaza baktılırılarak, yan kesicilere ceplerimiz soyduruluyor ve birilerinin saltanat sürmesine teşne ediliyorduk...

Dolayısıyla "Ben devletin derinini de sığını da tanımam. Ben bir tek devletten yanayım. O da şeffaf devlettir." diyen yürekli, yiğit ve derin devlet yerine derin milletten yana olan Muhsin Yazıcıoğlu üzerinden, ayrıca zamanın Sivas Belediye Başkanı olan Temel Karamollaoğlu üzerinden sağcı, dindar ve mütedeyyin insanlar fail algısı oluşturularak alevi-sünni çatışması çıkararak hedeflerine ulaşmak istiyorlardı. Oysa Allah'ın hikmeti Madımak oteliyle sırt sırta bitişik binada faaliyet gösteren BBP Sivas il başkanlığındaki insanlar otelden parti binasına köprü kurarak 30 küsur kişinin daha yanarak can vermesinin önüne geçiyor, Temel Karamollaoğlu galeyana gelmiş kalabalığa megafonla itidal telkin ediyordu! Yetkililer gerekli ve yeterli önlemleri almadıkları için polis ve jandarma güçlerinin olaylara zamanında müdahalesi sağlanmadığı için kışkırtılmış kitlelerin tekbir sesleri eşliğinde (!) masum canların cayır cayır yanmasına neden olunuyordu...


"İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın." diye tohumları atılan bin yıllık devlet felsefemiz, tam tersine dönmüştü! Devlet(!)i yaşatmak için insanlarımız yok ediliyordu. İnsanların akıbetini sorgulayanlar bir çırpıda hain ilan edilebiliyordu artık.

Bizim kuşağa tanıdık gelen, siz yavrularımın ise araştırıp bulmanızı istediğim şu cümleler, maalesef devletimizi yönetsin diye yetki verdiğimiz siyasîler ve bürokratlarca sarf edildi bu ülkede!

-Bu ülkeye komünizm gelecekse, onu da biz getiririz, defolun işinize bakın.

-Adaleti tesis etmek içün, bir sağdan bir soldan astık.

-Devlet, zaman zaman rutinin dışına çıkar.

-Bu ülke için kurşun atan da, yiyen de muteberdir, mübarektir.

-Milletvekili seçilmiş ve meclise girmiş bir kadına hem de Meclis kürsüsünden, bu kadına haddini bildirin, sözlü şiddet eylemleri.

-Baş örtülüler Arabistan'a gitsin, bağnazlığı ve ötekileştirmesi.

-Kaza içinden kaza çıkarmayın.

-Bu helikopterin cihazlarını keçiler mi söktü? Şeklinde veciz sözler...

Bizler bölük pörçük oldukça üzerimizden daha pek çok senaryonun yazılmasına, pek çok filmin sahnelenmesine neden olacağız. Dolayısıyla adil şeffaf bir yönetim anlayışına acilen ve yeniden dönmeliyiz ki, bu tarz karanlık olaylar tekrar vuku bulmasın. Her iki katliamda da yaşamını yitiren kardeşlerimize Allah'tan rahmet yakınlarına başsağlığı dilerim. Hepsinden önemlisi bizlere basiret ve feraset temennisinde bulunarak üzerimizden oyun oynanmasına izin vermememiz gerektiğini tekrar hatırlatmak isterim...

Hayati Yaman

Yorumlar

  1. Elinize emeğinize sağlık hocam. Lütfen daha çok yazın. İhtiyacımız var böyle yazılara.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eyvallah canım benim. Sizlere hatırat mahiyetinde doğru ve berrak bir gelecek bırakabilmek için geçmişte yaşananları çok iyi analiz etmenize katkı sunarak tarihe not düşmek istedim.

      Sil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar