TAKAS

Ettiğin işe bak benim güzel gözlü güvercinim. Sanki koca dünyada konacak başka yer bulamadın. Küfreder gibi gelip penceremin önüne
durdun. Niyetin benimle eğlenmek mi? Eğlen istediğin kadar. Belki
de acıyorsun bana. Acı bana. İnsan kendine acır mı, ben de acıyorum kendime. Belki de kışın zulmü ağır geldi kanatlarına, senden daha beter durumda
birilerinin varlığını görüp mutlu oluyorsun kendince. Ol! Mutlu olmak hakkındır. Niye geldinse geldin; hoş geldin, sefalar getirdin. İyi ki geldin.
Yalnız pek de havalanma benim güzel gözlü güvercinim. Evet, senin kanatların olabilir ama sende olmayan birçok nimet de bende var. Mesela bu
karda kışta yiyecek bulamamış bir atmaca her an tepene binebilir. Oysa ben
kimselerin olmadığı kadar güvendeyim. Bir yerde okumuştum; bir şehrin
en güvenli yerleri hapishanelermiş. Bir düşünsene üstümde sapasağlam bir
çatı… Senin gibi, kar üstüme üstüme yağmıyor. Üstelik gece ayaza çekerse
belki de sabahı göremeyeceksin. Gözlerin ölü gibi bakıyor, çok aç olmalısın.
Kar yağdığından beri belli ki kursağına lokma düşmemiş. Benimse iyi kötü
bir tas sıcak çorbam kaynar ocakta. Yarım tayın, gürül gürül yanan soba,
tütün, çay, kalem, kalemtıraş, bir top beyaz kâğıt… Üstelik burada kocaman
bir kütüphane bile var. Zararsız kitaplar… Sence de garip değil mi; zararlı
yazarların kendileri, zararsız yazarların kitapları mahkûm... Kütüphanenin
duvarında büyük harflerle kocaman bir yalan: “Her kütüphane bin hapishane kapatır.” Yalan diyorum çünkü benim zindanımı kitaplarımdan ördüler
etrafıma.
Neyse boş ver bunları. Yaşıyorum ya, dört duvar arasında olsam da nefes alıp veriyorum ya, yetmez mi? “Her mihnet kabulüm…”
Özgürlükten başka
düş kurulmaz o kirli yorganın altında. Gün geceye döndü mü bir kere,
düşlerden başını alamazsın. Uykuyu sen uyutursun ayaklarında sallayarak.
Bir zamanlar hapishane üstüne yazılmış mısralar didikler ruhunu. Nazım’ı
düşünürsün “âlât-ı katıa” olarak sadece tırnakların vardır senin de. Necip
Fazıl’ın ranzasını ararsın bu “Cinnet Mustatili”nde. Ahmet Arif ’i eskittiği
prangaların yerine, yepyeni prangalara vurulurken görürsün. Oscar Wilde
intihara sürüklenir kollarından. Poe’ya her daim iki seçenek sunulur: “Kuyu
yahut Sarkaç.”
 Bir de tayınını bölüştüğün şu insan kalabalığına bakarsın: onlarca katil, ırz düşmanı, hırsız, uğursuz… Oysa sen sadece kendinin katilisin. Seni
buraya mahkûm eden sebebi düşünüp kahrolursun. Lanet okursun elinde
tuttuğun kaleme. Gecenin şerrinden yine kalemine sığınırsın. Usulcacık
yontarsın ucunu. Şiirler oyarsın yalnızlığından, öyküler kazırsın ranza kenarlarından.
Hem biliyor musun benim güzel gözlü güvercinim, boncuktan kuş yapmayı da öğrendim burada, sana benzeyen. Ruhumdan üflüyorum yaptığım
her kuşa. Bir kuş oluyor gönlüm o vakit. İki yana açıp kollarımı, kanat çırpıyorum. Doğruca gidip konuyorum bizim evin pencere pervazına. Mutlaka
bir yolunu bulup giriyorum içeri. Oda oda dolaşıyorum evimizi. Her şey
yerli yerinde, bir ben eksiğim. Karım, boşluğun boynuna dolamış kollarını.
En tedirgin uykusunda. Usulcacık öpsem uyanacak gibi. Yine üstünü açmış
kızım, hasta olacak. Uyandırmamaya gayret ederek usulca örtüyorum yorganını. Oğlum çok sayıklar uykusunda. Yine bir şeyler sayıklıyor. Pek anlayamadım ama baba diyor sanki. Mutfak tezgâhının üstünde akşamdan
kalan portakal kabukları… Üzümlü kekten bir parça kalmış. Benim payımı
ayırmış olmalılar. Pek severim. Bak burası da çalışma odam. Suç mahalli.
Odanın her yerinde suçlu parmaklarımdan izler… Masamda yarım kalmış
bir şiir… Tamamlanmak için tahliyemi bekliyor. Kütüphanem darmadağın.
Sanki Hülagü ordusu geçmiş üstünden. Dedim ya benim güzel gözlü güvercinim, her kütüphane bin hapishane kapatır sözü külliyen yalan. Dokunduğum her kitap, zindanımı örmek için birer tuğla oldu.
Sözü fazla uzatmayayım. Benim sana bir teklifim olacak güzel gözlü
güvercinim. Diyorum ki dışarıda kar fena yağıyor. Üşüyorsun, üstelik açsın.
Sen ekmeğe, sobaya, üstünde sağlam bir çatıya muhtaç, bense zerre miktarı
da olsa hürriyete muhtacım… Diyorum ki kanatların… Ha, ne dersin? Sen
kanatlarını birkaç saat için bana ver, ben de neyim var neyim yok her şeyimi
sana vereyim. Ha?
Nereye gidiyorsun? Şakadan anlamaz mısın sen! Şaka yaptım ben sana.
Gitme ne olur, benim güzel gözlü güvercinim!Öyle pencere önünden bakmakla olmaz. Sana burasını anlatayım mı?
Sıkılmazsın değil mi?
Tarihten anlar mısın sen güzel gözlü güvercinim? Hani bir zamanlar
Demir Devri diye bir dönem yaşanmış dünyada. Onun üstüne ne devirler
açılmış kapanmış. Dünya üzerinde Demir Devri’nin kapanmadığı tek yer
hapishanelerdir, benim güzel gözlü güvercinim. Kapı demir, duvar demir,
pranga demir, kelepçe demir, kilit demir… Hatta ekmek demir, çay demir,
bardak demir… Etten ve kemikten yaratılan insan bile zamanla bu metal
yığını içinde demire evrilir burada. Kelimeleri yavaş yavaş kararır, duyguları
usul usul pas bağlar.
Burada her şey söze gelmez benim güzel gözlü güvercinim. Sözün yetmediği yahut tükendiği yerde türküler konuşur bizim yerimize. Hasreti türküler çığırır. Gamı, kasaveti türküler haykırır tel örgülerin ardına. Akortsuz
hüzünler, akortlu parmaklarda yeni bir elbise giyinir üstüne. Hele bir Gülşehirli var ki burada, sazını eline almayagörsün:
Arap at oynattım ovada dağda
Ciğerim kavurdum tavada yağda
Heç gün görmedim yalan dünyada
Divane gönlümü eğlesin zindan
Hapishanelere attım posdumu
Yeni bildim düşmanımı dosdumu
Yoğusa nazlı yar bana küsdü mü
Divane gönlümü eğlesin zindan
Türkü biter, gözler delik deşik eder duvarları. Her tavada ayrı bir ciğer
kavrulur, Gülşehirlinin sazından dökülen hüzün bine bölünür. Yeşilinden
elasına, menekşesinden karasına binlerce göz dargın dargın dikilir üstümüze. Bazen, hapishane içinde gazlar yakar Gülşehirli ki eski bir türküdür. Kızlar ağlar, gelinler ağlar, analar ağlar, mahkûmlar ağlar, gardiyanlar ağlar. Bilir
misin benim güzel gözlü güvercinim, ağlamak selamlaşmak kadar sıradan
bir eylemdir burada. Kimse bir başkasının gözyaşını ayıplamaz, küçümsemez de. Herkes bilir ki zaman denilen kalın zinciri, ancak gözyaşlarının tuzu
çürütebilir yani benim güzel gözlü güvercinim, ağlamaktan başka çaren yoktur.
Saatleri mi soruyorsun? Aldırma sen saatlere. Dünyanın en büyük yalancılarıdır onlar. Yalnızca akrepleri sahicidir. Ne zaman başını kaldırıp du vara bakacak olsan acı bir ısırık alırlar gözlerinden. Yelkovanlarsa tersine
kovalarlar zamanı burada.
Bir de benim güzel gözlü güvercinim, hatırdan başka her şey sayılır burada. Takvimlerden günler, duvarlardan çentikler, gökyüzünden yıldızlar;
avluya kaç merdivenden indiğin, önünde kaç kapının açılıp kapandığı, havalandırmada kaç nefes aldığın… En çok da insanlar… ve insan sayıla sayıla
azalır burada.
En kötüsü gecedir. Hele bir gece olmayagörsün kirli yorganlar, suçlu
başlara büründüğünde neler gelir geçer insanın aklından. İhmal edilmiş babalık vazifesinin vicdan azabı gelip sarılır paçalarından. Yoktan bir sebeple
hatırını incittiğin karının pişmanlığı bir dağ olup oturur boğazına… Sonra
dostların, seni yarı yolda bırakanlar, senin yarı yolda bıraktıkların… İyi şeyler düşlemek istersin. Kırlardasın işte şimdi. Hesapsızca yürüyorsun. Yolunu
kesecek o gökyüzünden başka nesne göstermeyen kalın duvarlar yok önünde.
Keskin dönüşlere mecbur değilsin. Zaten, özgürlük yürümek değil midir bir
bakıma güzel gözlü güvercinim? İşte bir çoban çeşmesi çıktı karşına. Köpüre
köpüre akıyor. Lülesine sığmıyor sular. Ağzını dayayıp kana kana içiyorsun.
Buz gibi. İğde kokuları, çayır kuşları… Bir salkım söğüdün gölgesine oturup
azık çıkınını açıyorsun. Bir kuru somun, bir parça çökelek, biraz yeşil soğan.
Çocukluk günlerindesin işte. Etrafında pamuk gibi kuzular otluyor. Tutup
birini kara yaşmağından öpüyorsun. Çamurdan ve taşlardan hayalindeki evi
inşa ediyorsun. Üstün başın çamur… İyice dalmışsın oyuna. Unutmuşsun
kuzuları. Derken kuzulardan biri kaybolmuş. Baban çıkıyor iğdelerin arasından. Kaşları yine protesto çelengi gibi çatılı. Bir tekmede yıkıyor çamurdan
hayallerini. Varsın yıksın. Hiç mühim değil. Yeni hayaller kurarsın çünkü
çeşme gürül gürül akmaya devam ediyor. Baygın iğde kokuları, azığında yeşil soğan… Çayır kuşları ötüyor bir yandan.
İşte böyledir benim güzel gözlü güvercinim.
                 

                                Mustafa Soyuer

Yorumlar

  1. Çok teşekkür ederim Mustafa hocam. Şeref verdiniz. Türk Dili dergisinden de takip ediyorum öykülerini. Rabbim zihnini dingin,kalemini engin eylesin inşallah...

    YanıtlaSil
  2. Elif Nazlı Akyüz24 Ekim 2018 22:09

    Sayın Mustafa hocam,yine hayran kaldım vallahî. Betimleme ve yorumlamanız çok etkileyici. Böyle güzel yazılarınızı daha fazla görmek ve okumak isterim. Tebrikler

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar