ÜÇ KAFADAR


-Yavrum size bir ödev versem, yapabilir misiniz?
-Elbette hocam. Buyrun söyleyin siz. Elimizden geldiğince yardımcı oluruz.
-Bloğa biz yetişkinleri değerlendiren, eleştiren ve bizi sizin gözünüzle bize gösteren bir yazı kaleme alır mısınız?
Ortak kanaat içereceği için tek kişinin görüşü olmasın, istiyorum. O nedenle kendinizin ve arkadaşlarınızın değerlendirmelerinden rapor mahiyetinde bir sunu istiyorum.
-Tamam hocam. Umarım kimseyi doğrudan hedef almadığımız ve kimseyi kırmak gibi bir niyetimiz olmadığı anlaşılır!
-Sorun değil be yavrularım. Hem baba, hem öğretmen olarak hepsini ben üzerime alıyorum peşinen.

Bana yazın bana. Hep bana, hep bana...

Sonra görev paylaşımı yaparlar ve bana dönerler...

Küçük fikirlerden, Büyük dokunuşlara...

EMPATİ.

En çok ihtiyaç duyduğumuz, güya en çok yaptığımız, ya da yaptığımızı zannetiğimiz, oysa hiç tenezzül etmediğimiz, güzelliğinin farkına varmadığımız ve lezzetini tatmadığımız, en büyük erdemimiz olan, yitik değerimiz EMPATİ...

Günümüzde, belki de her devirde, empatiyi en çok hak edenler, gençler olmalıdır diye düşünüyorum. Çünkü gençler; bir yandan biyolojik, öte yandan psikolojik ve sosyolojik değişimlere hazırlanırken; çocukluk ve yetişkinlik arasında geçiş dönemini yaşarken, kendini tanımak ve ispatlamak gerçekliğini fark ederken, ben de varım duygusunu avazı çıktığı kadar bağırırcasına toplumun gözüne sokmaya çalışırken, elbette hatalar yapacaktır. Baksanıza bu saydıklarım, var olma çabası içinde olan birisi için az şeyler mi? Bunları hatasız ve hasarsız yapmayı başarmak akıl kârı mı?

Gençler ebeveynlerini ve öğretmenlerini sadece "öğüt makinası" olarak görmemeli. Yetişkinler, kendilerini bize öyle göstermemeliler. Bizim de fikrimizi almalı, bize kendimizi değerli hissettirmeliler. Ve biz onların değer verdiklerini bizzat görmeliyiz...

Mesela bir konuda bizim yanlış fikrimizi, bir çırpıda kestirip atmak yerine, "Seni anlıyorum, görüşlerinde haklı olabilirsin..." Başlangıç cümlelerinden sonra "Ama bu konuda şöyle şöyle durumlarla da karşılaşabilirsin" tarzında tecrübî görüşler daha nitelikli iletişim kurmayı sağlar ve gencin içine kapanmasını önler... Böyle bir diyalog; hem bizim yetişkinleri dinlememizi, hem de kendi fikrimizin hatalı yönlerini görmemizi sağlar.

Aksini düşünelim. Fikrini söyleyen gence, görüşlerinin yanlış olduğu, hepsinin hatalı olduğu ve değiştirmesi gerektiği ikazlarında bulunulsun!!! Şimdi diyaloğu tam burada durduralım ve yetişkin olarak sizi karşı tarafa geçirelim. Karşınızda sizin tamamıyla yanlış olduğunuzu söyleyen biri var! Ne hissedersiniz?
Haliyle sinirlenir ve anında kendi bildiğinizi okumaya devam, kararı alırsınız değil mi?
İşte biz de öyleyiz. Hem de egomuzun tavan yaptığı bu ergenlik döneminde kimse kusura bakmasın; bizden farklı bir davranış ve olgunluk beklemek, beyhude bir çabadan öteye gitmez...
Çünkü bu durum tıpkı hastalıklarla mücadele eden biyolojik savaş unsurlarımızın, immün sistemimizin savunması gibi, psikolojik ve sosyolojik savunmanın kaçınılmaz tezahürüdür. Ve son derece sağlıklı bir durumdur. Birileri anlamak istemese de...

Bundan mütevellit diyaloglarımız hep birinci örnekte olduğu gibi sağlam ve iletişimimiz yapıcı temellere dayalı, ilerleyişimiz emin adımlarla olsun...

Yıkıcı eleştiriler kuralcılık temelli eleştirilerdir. Yapıcı eleştiriler fikir alış verişine dayalı eleştirilerdir. Yargılamadan fotoğrafın bütün karelerini göstermeye dayalıdır. Yapıcı eleştiriler yeri gelirse, batsın bu kurallar, elimizden şimdilik bir şey gelmiyor samimiyetini de bize göstermektir. İçimizdeki çocuğu biyolojik çocukluğumuzla birlikte büyütmektir.


Umarım ben de eleştirdiğim duruma düşmemiş, yıkıcı değil yapıcı eleştiriler sunmuşumdur!

İkbal HEKİMHAN


KIYAS.

Kısasta hayat vardır, sözünü kıyasta hayat vardır, zannettik sanırım!
Muhakkak pek çoğunuz yaşamışızdır. Her seferinde etrafta bizden daha yüksek notlar alan, 100 alan, ebeveynlerimizce bize örnek gösterilen bir kısım arkadaşlarımız olmuştur!..

Dışardan bakıldığında uslu, bağırıp çağırmayan, ağzı var dili yok özelliğinde, ders çalışmaktan başka bir hayatı olmayan birileri... Kimse düşünmez, belki de o anormal diye!!! Belki de onun tedaviye ihtiyacı var diye!!!
-Bak ne kadar da başarılı, nasıl da efendi çocuk, nasıl hanım hanımcık? Diye habire yetişkinlerimiz tarafından bize örnek gösterilir...

O cümleleri kurarken, muhakkak iyi niyetle kurduklarını düşünürler, ama onu överken bir diğerini yerin dibine batırdıklarının farkına bile varmazlar.

Belki içinde bulunduğumuz durum, onları kıyaslamaya mecbur bıraktı. Çünkü her anne baba kendi yaşadığı sıkıntıları, çocuğunun yaşamaması için onun daha iyi şartlarda bir yaşam sürmesi için böyle yapıyor. Ama sonuçta kıyaslanmak hakikaten kimsenin hoşuna gitmeyen bir durum iken, bizden buna tahammül istenmesi yanlış değil mi? Çünkü herkesin olası bir alanda 100 alabileceği bir durum söz konusudur. Biz o alanlarda bir yarışa tabi tutulmadığımız için kıyastan hoşlanmıyoruz. İşte o zaman kıyas bizi hayata bağlamıyor ve tam tersine bağımızı zayıflatıyor...

Anadolu lisesine gidenlere biz örnek gösteriliyoruz. Meslek lisesine gidenlere Anadolu liseliler örnek veriliyor. Sonuçta sadece akademik başarıya odaklı bir yarış sonucu ortaya çıkan sıralama bunlar... Belki lise okumak istemeyen çırak-usta ilişkisiyle iyi bir usta olcak kişiye bile okul hayatının dayatılıyor olması ona işkence geliyor! Kimse bunları düşünmüyor!

Oysa her zaman, değerlendirme kriterine göre bizden iyiler ve kötüler olacaktır. Bunun aksi, eşyanın tabiatına aykırıdır.

Burada bizleri kıyaslamak yerine, bizim yeteneklerimizi, bizim üstünlüklerimizi bulup onları geliştirmeye yönelmek gerekmez mi?
Öyle olmadığı için Fatih ler, İbn-i Sina lar, Farabî ler, Hazerfen ler gibi bizden örnekler çıkaramıyoruz artık. Mozart, Beethoven gibi dünya çapında sanatçı, Messi, Ronaldo gibi sporcu çıkaramıyoruz biz. 80 milyondan Mesut Özil çıkmıyor ama Almanya daki 3 milyon Türkten çıkıyor değil mi? Bir yerlerde yanlış yapıldığının farkına kim ne zaman varacak???

İşte bu kaçınılmaz sonuç, tek düze bir kalıba göre yetişmemizi isteyen sistem, sadece belli şeyleri başarı sayan, zorunluluk haline gelmiş bir yaşam tarzı ve bunlar içinde kalmış olan yetişkinler, sanırım bizi çok da anlayamayacaklar!!! Ana sınıfında daha güzel boyama yapanları çocuğuna örnek verecek, ileriki dönemlerde LGS de, daha sonra YKS de daha çok net bırakanları örnek verecek. Ve bizleri hep birileri ile kıyaslayarak büyütürken, nelerimizi küçülttüklerinin hiç farkında olmayacaklar...

Başkalarını ne kadar geçtiğimiz üzerinden değil, kendimizi ne kadar geçip geçmediğimiz üzerinden bir yürüyüş, bir koşuş içinde olmayı arzuluyoruz. Arkadaşlarımızı rakip olarak gören değil, birbirinin tamalayıcısı, yardımcı unsuru ve paydaşı olarak görmeyi özlüyoruz. Birlikte müreffeh bir toplum inşa edeceğimize inanıyoruz. Bu bakış açısını hayat tarzı haline getirdiğimiz zaman çağdaş bir toplum olma yolunda ilerliyoruz demektir.

Umarım bilgiçlik taslamamışımdır, had bilmezlikten son derece rahatsız olurum...

Enise Elzem Aydın


TÖRPÜ.

Belki ağaç budandıkça, törpülendikçe gelişir, gençleşir doğrudur. Ama insan öyle mi acaba?

Törpülendikçe sivri yönleri, budandıkça uzayan dalları insan yeteneklerini kaybediyor, köreliyor ve gelişme geriliğine tabi tutuluyor demektir...

Daha 3 yaşında en hareketli, en yerinde duramaz zamanlarında,
henüz konuşmayı bile yeni keşfetmiş halde iken...
Dilini kelimelere zar zor çevirirken, herşeye meraklı iken, yetişkinlerine de gına getirirken...
-Kumanda ile oynama!
-İn oradan aşağı!
-Kızım karıştırma dolabı!.. Şeklinde uyarılar, hayatında tanıştığı ilk törpüleme ve budama cümleleridir sadece. Ama son olmayacağını da bilemez henüz masum çocuk...

Yaş 9. Daha büyük daha gelişmişsin, aklın yavaş yavaş çoğu şeye ermeye başlamıştır artık.
Ama peşini bırakmıyordur yine büyüklerin, çevren ve yetişkinlerin!

Piyano öğrenmek istersin:
-Cık
Gitar çalmak istersin, ona da:
-Cık
Ee bi daha kolay kolay bir şey istememeyi de öğrenmişsindir artık...


Şimdi 14 yaşında ergenlik çağının başındasın.
Gelecek kararlarına doğru, önemli adımlar atmaktasın.
Herkese sorulan soru, sana da sorulur!
-Büyüyünce ne olacaksın?
Daha sen kararını bile vermemişken, mesleğin hazırdır zaten birilerince!

-Doktor olacak bizimki...
Yine ve yeniden budanmışsındır, farkında olmadan!

Ve bunun gibi daha niceleri...

Kimi ressam, kimi muhteşem bir gitarist, kimi ise sesiyle harikalar yaratan bir müzisyen olacaktı belki. Malesef BELKİ!

Belki demekle yetiniyorum, bu muhteşem yeteneklere. Çünkü insanı özel yapan yetenekler bastırılıyordu hep...

Nedir bu tek tip, mükemmel insan yetiştirme çabamız? Neden vermiyoruz bu fırsatı gençlere?

Çağımızın en büyük sorunlarından biri midir, bilmem? Ama ülkemizin  en büyük sorunlarından biri olduğunu anlayabiliyorum. Öyle muhteşem yetenekler, yetenekli insanlar kaybediyoruz ki, bunun farkında bile değil çoğu insan...

Yani asıl demek istediğim gençlerin isteklerini ve hayallerini bastırmak yerine, onlara hayalleri doğrultusunda yol göstermeli ve onları bu yolda desteklemeliyiz. Ancak o zaman muasır medeniyet seviyesine erişilebiliriz.

Siz ey yetişkinlerimiz bizi değil, ağaçları budayın lütfen...

Zehra Telkenaroğlu

Yorumlar

  1. Bir ebeveyn olarak ciddiyetle dikkate almam gereken unsurlar.Kulağa küpeyi bu sefer biz takalım.Teşekkür ediyorum nazik uyarılarınız için.

    YanıtlaSil
  2. Harika ve yerinde tespitler teşekkür ederiz gençler

    YanıtlaSil
  3. Ben sadece bana yazın yavrucuklarım dedim ama büyük bir olgunlukla kendi üzerlerine alanlar da varmış! Onlara ve size çok teşekkür ediyorum.

    Üç kafadardan muhteşem üçlü. Empati, Kıyas ve Törpü!

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar