AHLAK-2
Bugün de yaratılmışlar açısından “ahlak”ı inceleyelim. Ahlak için dosdoğru olma, adil olma, vicdanlı, merhametli olma, sabır ve sebat üzere olma, dürüst olma, görev ve sorumluluklarını bihakkın yerine getirme vs gibi daha pek çok güzel hasleti/özelliği kapsayan değerler manzumesi demiştik…
İnsan dışındaki canlı ve cansız bütün yaratılmışlar tek yönlü bir sorumluk üzere görevli oldukları için hesaba çekilmeyecek olan, Allah’ın iradesiz Müslüman kullarıdır. Tek yönlü derken kastım şudur: Yaratanlarına karşı hiç yamuk yapmayan, gaflet ve dalalete düşmeyen, neye kodlanmış ise o görevini yerine getiren tek yönlülük… Ayrıca ekolojik niş(görev) açısından bakıldığında, diğer yaratılmışlara karşı olan görevini de, insan bozmadıkça, yine hakkıyla yerine getirmek üzere kodlanmış bir tek yönlülük…
Onların ahlakı yaratılıştan yüklenen ve insan müdahele etmedikçe hiç bozulmayan fabrika ayarlarının gereğini yerine getirmektir. Ve onlar, insan onların fıtratını bozmadıkça, güzel ahlak üzere yol almaktadırlar.
Yaratılmışlar içinde insana gelince: Hem alemlerin insanın hizmetine ve emrine sunulmuş olması, hem de insanın alemleri anlamak ve anlamlandırmak üzere alemlerin hizmetine sunulmuş olması gereğince merkezde olan insanın çok yönlü ve çift sorumluluklu bir ahlak ile donanmış olmasını gerektirmektedir. Merkezdeki insanın etrafına yayılan görev ve sorumluluklarının fazla olması, onu çok yönlü kılmaktadır. Adeta güneşin merkezden her yöne ışık yayması ve yer yönü ışıtması gibi. Her yöne yayılan her bir kol yine kendi içinde çift yönlü bir sorumluluk ve görev içermektedir. Bu çift yönlü ahlaklılık Yaratanına karşı ve kendisi de dahil, yaratılmışların tamamına karşı bir çift yönlülük içerir. Çok yönlülük ise alemlerin hem paşası, hem hizmetkarı olması anlamlarında bir ahlaklılık içerir. Ayrıca bu defa hesap verilmek üzere bir sorumluluk yüklüdür artık insanda. Bu paragrafta yukarıdaki kelimelerimi, özenle seçtim.
Bazınızı rahatsız edecek ifadelerin, “sorumlulukların fazla olması, kısmen çok yönlülük ve hesap verilmek üzere bir sorumluluk” kavramları olduğunu düşünüyorum. Hoşunuza gidecek ifadelerin ise “çok yönlülük (keşke bir de hesap olmasaydı, bayılırdık), güneş gibi olmak, merkezde olmak” kavramları olduğunu düşünüyorum. İşte bakın yine çift yönlü bir bakış açısı ortaya çıktı. Yani Homo sapiens olarak, ademoğlu olarak, insan türü olarak ne dersek diyelim, bu alemin düzenleyicisi; dünyayı barış, esenlik, selam ve selamet yurduna çevireni biz seçilmiştik. Şimdi esas analiz bundan sonra başlıyor.
Acaba neden ben, bana mı sordu, ben istedim mi, bu haksızlık değil mi? Gibi sorular soracak kadar hin ve cin fikirli bir yanımız olduğunu elbette bizden çok daha iyi bilen Yaratıcımız, yüklenen ağır sorumluluğun (Müzzemmil-5, Ahzab-72, Haşr-21) altında bizi ezmek istemediğini de beyan ediyor(Bakara-286). Yani yük, ağır sorumluluk deyince en kuvvetli olarak düşünebileceğimiz ve yeryüzünün bile kazıkları(Nebe-7) olarak beyan edilen dağların dahi yüklenmediği bir yük! Bu yükü bir yönüyle aciz, zayıf, mikroskobik bir canlıya bile yenik düşen insan olarak biz yükleniyoruz.
Yine çift yönlü bir bakış çıktı ortaya, aciziz ama çok güçlü olabilme donanımına da sahibiz. O gücümüzü akıl ve rehber/klavuz olan vahiyle elde ediyoruz. Aklın beklenen ve istenen güç ahlakını vahiy kazandırıyor. Yoksa kontrolsüz güç ahlaksız ve vahşi güç olarak karşımıza çıkıyor(Enfal-22). Rabbimiz İslam projesi ile yeryüzünü selam ve barış yurdu haline dönüştürmeyi dilemiş, arzu etmiş, istemiş her ne dersek diyelim. O projenin mimarı, mühendisi, müteahhidi, ustası, işçisi olarak ise biz insanı seçmiştir. Kendi içinde görev dağılımını ise seçimlerimize bırakmıştır. En güzel surette yaratarak, bütün donanımlarımızı yükleyerek ve yazılımını ise kendi hür irademize bırakarak, şah eser statüsünde evrene ast solist kılarak bize sahne aldırmıştır(İnsan-1 ve 2)… Yani tesadüfen, rast gele ve körü körüne gerçekleşen işler değil bu işler. Bu proje, farkındayız ya da değiliz ama birileri bunun farkında, çok ciddi bir program dahilinde tıkır tıkır işleyen bir projedir. İşleticisi de insandır. İşte biz projenin görev ve sorumluluk paylaşımında mimar mıyız? Mühendis miyiz? Usta mıyız? İşçi miyiz? İrade ve aklımızı kullanarak hangi role talibiz? Bu roller Allah tarafından tanıtılarak herkesin seçimine, hür iradesine bırakılmıştır. Yoksa özel statü, kast sistemi, sınıfsal üstünlük, torpilli olmak gibi doğuştan gelen bir durum asla söz konusu olamaz. O Allah’ın ahlakına ve adaletine yakışmaz.
Bu hususları Rabbimizin ahlakı olarak dünkü sunumumda ortaya koymuştum. Şimdi biz, bize yakışan ahlak ile hangi role talip olacağız? Onun kararını vermek ve Monera’dan yolculukta, o doğrultuda yol almak durumundayız. İlke, kural, ölçü, ayar, denge çerçevesinde gerçekleşen, kurallara müdahale edince hangi sonuçların ortaya çıkacağını, bilimsel kanıtlarla anlayabileceğimiz ve anlatma gayretinde içinde olacağımız olaylardır bunlar. Allah’lı, ahlaklı ama kesinlikle mükemmel ve kusursuz bir yolculuk değil ama…
İşte bilim yeryüzü halifesi olarak seçilmiş ve atanmışlık görevimizi(Bakara-30) daha da açıklığa kavuşturarak sunar bize. Bu durumda biz hala ısrarla ben istemedim, bana ne, ben yokum, görev de sorumluluk da hesap da senin olsun Eyy Tanrı, tabi ki varsan eğer!!! Diyorsan yine karar senin.
Şunu unutma ki, senin isteyip istenmediğini sorması için senin var olman gerekli idi. Senin ne cevap vereceğini bilmiyorsa o tanrı aciz ve noksan bilgilidir, gibi argümanlar geliştirmek çok akıllıca bir zemine oturmaz. Bunların düşünülmesinde sıkıntı yok. Sorgulama, düşünme, şüphe duyma insan olma ahlakının bir tezahürüdür. Biz bunların önünü kesme ahlaksızlığına soyunacak değiliz. Yeter ki ön yargılı yaklaşımlar geliştirmeyelim. Yeter ki kendi iç sesimizi dinlemeye kulak tıkamayalım. Yeter ki kuru inatla bağnazlık halkasını boynumuza geçirmeyelim. İnsanın vicdan ve fıtratına yüklü donanım bilgilerinde, fabrika ayarlarında cızırtılı ses çıkaran frekansları tespit edip arızaları giderelim.
Biz iyi ki ben seçilmişim. Ne mutlu bana ki ben layık görülmüşüm. Ben bu işi başarabilirim. Gücümün farkına vardım ve böyle bir göreve seçilmiş olmanın hazzını tadıyorum diyebilmemizi sağlamak, onların bizde mevcut olduğunu gösterebilmek için buradayız. Ve o görev ve sorumluluk sonucunda iyi ki hesap var, iyi ki sorgu var, iyi ki ahiret var, yoksa bu kadar adaletsizlikler içinde mahv-u perişan olurduk bilincini diri tutma ahlakını hatırlatmak için varız.
Monera’dan yolculuk yaptığın yolun etrafında seni mutlu etme vaadinde bulunan çok değişik yollar, seni yoran terleten ama mesafe aldırmayıp yerinde saydıran koşu bantları, yapay yolculuk simülasyon tünelleri, suni çimler, ultra HD yayın yapan gerçeğe çok yakın yaşam kabinleri, seni klonlayarak türetecek paralel evrenler, önceden görünmeyen ama iş işten geçtikten sonra geri dönme şansının olmadığını da sona geldiğinde anladığın çıkmaz sokaklar, ışıklı cıvıltılı, sükseli, aklını başından alan, zafer sarhoşu yapan yolcuklardır onlar. Düşünme arzu et sadece, bir kez daha mı geleceğiz bu dünyaya, hayatın keyfini ve tadını çıkar, başkasının derdi seni mi gerdi tarzında teorilerle ve pankartlarla da seni yapay yolculuklara davet eden cazgırları ve simsarları vardır onların… Cazibeli kampanyalar yaparak seni tavlayan ve algı operasyonları ile seni yemleyip oltaya takan sonra da istediği gibi kullanan, özgürleştim zannederken kime ve neye kul, köle olduğunu bilememeni sağlayan narkozlu serumlarla sana açlık tokluk dahi hissettirmeyen o kadar yol var ki anlatamam…
Ama ben onların kötü ya da kesinlikle gidilmemesi gereken bir yol olduğunu da sana söyleyemem. Çünkü o zaman ben de Allahsızlık, ahlaksızlık yapmış olurum. Allahtan rol çalmış olurum. Benim görevim Oku mesajını hatırlatmak olacaktır. Okumanın ibadet olduğunu, insan olma bilincini kazanma ahlakı olduğunu hatırlatmak olacaktır.
Monera’dan yolculukta yolda olduğumuzu hatırlatmak var, yolcu olduğumuzu unutmamak ve unutturmamak var. Yol arkadaşlığında kenetlenmek var. Zayıf halkayı tedavi ederek, idare etmek var. Ama birilerinin sırtına basmak, birilerini habire sırtta taşıyarak yol almak yok. Yoldan dönmek, yoldan dönmek isteyene zorla ısrar etmek yok. Ahlakımız, insan ahlakının gayrisinde bir ahlak, kendine özgü kuralları olan bir ahlak olmayacaktır. Çünkü bizim kaybolmamızın en temel etkenlerinin başında ahlakımızı kaybetmek gelmektedir. Kayıp insanı bulmak, ahlakın kaybedildiğini anlayanlara çağrı yaparak, onların sesine doğru yöneldiğimizde bizim de işimizi kolaylaştıracaktır.
Haydi biz 17 Ağustos depreminin acılı yıl dönümünde sesleniyoruz şimdi; “Kaybolan var mı, sesimizi duyuyor musunuz?” Artık sıra sizde seslenin, sesimizin duyulmasına yardımcı olun ve biz de hem sizin, hem de sizin ulaştıklarınızın cevabi çağrısını duyalım… Bazınızı rahatsız edecek ifadelerin, “sorumlulukların fazla olması, kısmen çok yönlülük ve hesap verilmek üzere bir sorumluluk” kavramları olduğunu düşünüyorum. Hoşunuza gidecek ifadelerin ise “çok yönlülük (keşke bir de hesap olmasaydı, bayılırdık), güneş gibi olmak, merkezde olmak” kavramları olduğunu düşünüyorum. İşte bakın yine çift yönlü bir bakış açısı ortaya çıktı. Yani Homo sapiens olarak, ademoğlu olarak, insan türü olarak ne dersek diyelim, bu alemin düzenleyicisi; dünyayı barış, esenlik, selam ve selamet yurduna çevireni biz seçilmiştik. Şimdi esas analiz bundan sonra başlıyor.
Acaba neden ben, bana mı sordu, ben istedim mi, bu haksızlık değil mi? Gibi sorular soracak kadar hin ve cin fikirli bir yanımız olduğunu elbette bizden çok daha iyi bilen Yaratıcımız, yüklenen ağır sorumluluğun (Müzzemmil-5, Ahzab-72, Haşr-21) altında bizi ezmek istemediğini de beyan ediyor(Bakara-286). Yani yük, ağır sorumluluk deyince en kuvvetli olarak düşünebileceğimiz ve yeryüzünün bile kazıkları(Nebe-7) olarak beyan edilen dağların dahi yüklenmediği bir yük! Bu yükü bir yönüyle aciz, zayıf, mikroskobik bir canlıya bile yenik düşen insan olarak biz yükleniyoruz.
Yine çift yönlü bir bakış çıktı ortaya, aciziz ama çok güçlü olabilme donanımına da sahibiz. O gücümüzü akıl ve rehber/klavuz olan vahiyle elde ediyoruz. Aklın beklenen ve istenen güç ahlakını vahiy kazandırıyor. Yoksa kontrolsüz güç ahlaksız ve vahşi güç olarak karşımıza çıkıyor(Enfal-22). Rabbimiz İslam projesi ile yeryüzünü selam ve barış yurdu haline dönüştürmeyi dilemiş, arzu etmiş, istemiş her ne dersek diyelim. O projenin mimarı, mühendisi, müteahhidi, ustası, işçisi olarak ise biz insanı seçmiştir. Kendi içinde görev dağılımını ise seçimlerimize bırakmıştır. En güzel surette yaratarak, bütün donanımlarımızı yükleyerek ve yazılımını ise kendi hür irademize bırakarak, şah eser statüsünde evrene ast solist kılarak bize sahne aldırmıştır(İnsan-1 ve 2)… Yani tesadüfen, rast gele ve körü körüne gerçekleşen işler değil bu işler. Bu proje, farkındayız ya da değiliz ama birileri bunun farkında, çok ciddi bir program dahilinde tıkır tıkır işleyen bir projedir. İşleticisi de insandır. İşte biz projenin görev ve sorumluluk paylaşımında mimar mıyız? Mühendis miyiz? Usta mıyız? İşçi miyiz? İrade ve aklımızı kullanarak hangi role talibiz? Bu roller Allah tarafından tanıtılarak herkesin seçimine, hür iradesine bırakılmıştır. Yoksa özel statü, kast sistemi, sınıfsal üstünlük, torpilli olmak gibi doğuştan gelen bir durum asla söz konusu olamaz. O Allah’ın ahlakına ve adaletine yakışmaz.
Bu hususları Rabbimizin ahlakı olarak dünkü sunumumda ortaya koymuştum. Şimdi biz, bize yakışan ahlak ile hangi role talip olacağız? Onun kararını vermek ve Monera’dan yolculukta, o doğrultuda yol almak durumundayız. İlke, kural, ölçü, ayar, denge çerçevesinde gerçekleşen, kurallara müdahale edince hangi sonuçların ortaya çıkacağını, bilimsel kanıtlarla anlayabileceğimiz ve anlatma gayretinde içinde olacağımız olaylardır bunlar. Allah’lı, ahlaklı ama kesinlikle mükemmel ve kusursuz bir yolculuk değil ama…
İşte bilim yeryüzü halifesi olarak seçilmiş ve atanmışlık görevimizi(Bakara-30) daha da açıklığa kavuşturarak sunar bize. Bu durumda biz hala ısrarla ben istemedim, bana ne, ben yokum, görev de sorumluluk da hesap da senin olsun Eyy Tanrı, tabi ki varsan eğer!!! Diyorsan yine karar senin.
Şunu unutma ki, senin isteyip istenmediğini sorması için senin var olman gerekli idi. Senin ne cevap vereceğini bilmiyorsa o tanrı aciz ve noksan bilgilidir, gibi argümanlar geliştirmek çok akıllıca bir zemine oturmaz. Bunların düşünülmesinde sıkıntı yok. Sorgulama, düşünme, şüphe duyma insan olma ahlakının bir tezahürüdür. Biz bunların önünü kesme ahlaksızlığına soyunacak değiliz. Yeter ki ön yargılı yaklaşımlar geliştirmeyelim. Yeter ki kendi iç sesimizi dinlemeye kulak tıkamayalım. Yeter ki kuru inatla bağnazlık halkasını boynumuza geçirmeyelim. İnsanın vicdan ve fıtratına yüklü donanım bilgilerinde, fabrika ayarlarında cızırtılı ses çıkaran frekansları tespit edip arızaları giderelim.
Biz iyi ki ben seçilmişim. Ne mutlu bana ki ben layık görülmüşüm. Ben bu işi başarabilirim. Gücümün farkına vardım ve böyle bir göreve seçilmiş olmanın hazzını tadıyorum diyebilmemizi sağlamak, onların bizde mevcut olduğunu gösterebilmek için buradayız. Ve o görev ve sorumluluk sonucunda iyi ki hesap var, iyi ki sorgu var, iyi ki ahiret var, yoksa bu kadar adaletsizlikler içinde mahv-u perişan olurduk bilincini diri tutma ahlakını hatırlatmak için varız.
Monera’dan yolculuk yaptığın yolun etrafında seni mutlu etme vaadinde bulunan çok değişik yollar, seni yoran terleten ama mesafe aldırmayıp yerinde saydıran koşu bantları, yapay yolculuk simülasyon tünelleri, suni çimler, ultra HD yayın yapan gerçeğe çok yakın yaşam kabinleri, seni klonlayarak türetecek paralel evrenler, önceden görünmeyen ama iş işten geçtikten sonra geri dönme şansının olmadığını da sona geldiğinde anladığın çıkmaz sokaklar, ışıklı cıvıltılı, sükseli, aklını başından alan, zafer sarhoşu yapan yolcuklardır onlar. Düşünme arzu et sadece, bir kez daha mı geleceğiz bu dünyaya, hayatın keyfini ve tadını çıkar, başkasının derdi seni mi gerdi tarzında teorilerle ve pankartlarla da seni yapay yolculuklara davet eden cazgırları ve simsarları vardır onların… Cazibeli kampanyalar yaparak seni tavlayan ve algı operasyonları ile seni yemleyip oltaya takan sonra da istediği gibi kullanan, özgürleştim zannederken kime ve neye kul, köle olduğunu bilememeni sağlayan narkozlu serumlarla sana açlık tokluk dahi hissettirmeyen o kadar yol var ki anlatamam…
Ama ben onların kötü ya da kesinlikle gidilmemesi gereken bir yol olduğunu da sana söyleyemem. Çünkü o zaman ben de Allahsızlık, ahlaksızlık yapmış olurum. Allahtan rol çalmış olurum. Benim görevim Oku mesajını hatırlatmak olacaktır. Okumanın ibadet olduğunu, insan olma bilincini kazanma ahlakı olduğunu hatırlatmak olacaktır.
Monera’dan yolculukta yolda olduğumuzu hatırlatmak var, yolcu olduğumuzu unutmamak ve unutturmamak var. Yol arkadaşlığında kenetlenmek var. Zayıf halkayı tedavi ederek, idare etmek var. Ama birilerinin sırtına basmak, birilerini habire sırtta taşıyarak yol almak yok. Yoldan dönmek, yoldan dönmek isteyene zorla ısrar etmek yok. Ahlakımız, insan ahlakının gayrisinde bir ahlak, kendine özgü kuralları olan bir ahlak olmayacaktır. Çünkü bizim kaybolmamızın en temel etkenlerinin başında ahlakımızı kaybetmek gelmektedir. Kayıp insanı bulmak, ahlakın kaybedildiğini anlayanlara çağrı yaparak, onların sesine doğru yöneldiğimizde bizim de işimizi kolaylaştıracaktır.
Hayati YAMAN
Hocam elinize, yüreğinize sağlık. Bizi aydınlatmayı bırakmayın lütfen.
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim canım evladım. Kendini keşfediyorsan, kendini buluyorsan, kendini biliyorsan maksadıma eriyorum demektir. Yoksa bağımlım olun istemem. Bırakmayın dediğin için söyledim. Faniyiz ve er ya da geç bırakacağız. Bizi asla bırakmayacak olanı, tanıtabiliyorsam ne ala...
Sil