TANRI; KUTSALIN DA TANRISI,KOZMOSUN DA!
Dindar bilincin nazarında kutsal; kozmosun ince ayak bileklerine, eline, yüzüne, saç
diplerine hatta zerrelerine işlemiştir.Bu mantıkta “Tam insan” kutsala sırtını çeviren değil,alnını dönendir.
Tanrının iradesi evrenin “gonk! ”sesidir. Gördüğümüz ya da göremediğimiz tüm âlemlerde
onun parmak izi vardır.Hakikati tanımlamak aslında kutsalı tanımlamaktır.Ona yaklaşmak varlığa
yaklaşmak, ondan uzaklaşmak varlıktan uzaklaşmaktır.
Canlı cansız her şeyin bir gayesi ve ruhu vardır.
Örneğin; domates çekirdeğinin gayesi toprakta yok olmaktır. Bu yok oluş aynı zamanda bir varlığı da bünyesinde
taşır. Tıpkı aldığımız her nefesin,hem yaşamı hem de ölümü
barındırması gibi…
Dünya sahnesinde son
perde kapanırken kişinin canı ayak başparmağından başlayarak nasıl
çekilirse, sakini kalmayan bir evin de eşiğinden bacasına doğru ruhu çekilir.
Kutsalın
adımları âdeta gökyüzüne dönüşür ve nereye giderse gitsin dindar insanı takip eder. Herhangi bir coğrafyadaki nikah
töreni, yerin ve göğün birleştiği o
kutlu başlangıcı tekrar eder.Mâbet göksel tanrıya açılan bir kapı ya da ona gidilen
bir yoldur. Kutsal insan, varlık sancısı içinde yanıp tutuşan insandır.Onun
için coşkuyla yaşadığı her sevincin,iliklerine dek hissettiği her ızdırabın bir
anlamı vardır.İnsanı ve tabiatı her satırı özenle çizilmesi gereken kitaplar
olarak görür.Böylece tanrı ,yüzündeki sonsuz katlı maskeyi biz ölümlüler için
bir kat daha aralayacaktır.
Dünya
adlı gezegende ömrünü çalışıp didinmeye
adayan insanoğlunun yegâne birikimi tanrı değilse,bu başlı başına bir yoksulluktur.
İman etmek, dindar insanı hiçliğin ve mekanik
nedenselliğin boyunduruğundan koparıp
kaynağını ve teminatını tanrıda bulacağı
bir özgürlüğe kavuşturur.
Bu arada kendinden olmayanı fişleme planlarının,
kadın tacizlerinin, açlığın, soykırımların, savaşların… Faili tanrı değildir.O,
mutlak iyidir.Kötü olan, şeytanla ezeli sözleşme yapan insandır.
Kutsal dışı insan için ne ateş, ne tekerlek,
ne mikroskop, ne de teleskop… En önemli icattır.En büyük icat “tanrı” dır.Kutsal insanın nazarında tanrı nasıl en önemli hakikatse kutsal dışı insanın nazarında
da en büyük yalandır.
Bu
bilinç inşasına göre kimi zaman tabiat, kimi zaman toplum,kimi zaman insanın
bizzat kendisi; çoğu zaman da kutsal, aşılması gereken bariyerlerdir.Ancak o
zaman özgürlükten söz edilebilir.
Kutsal dışı insanın ruhu, fizyolojik dürtüleri
ve alışkanlıklarının eliyle durmaksızın kırbaçlanır.Bu işkencenin altında “bizi terk etme ” yakarışı vardır.
Kutsal dışı insana göre kozmosta bir mânâ
yoktur.Ancak Sartre’nin de dediği gibi; “İnsan evrene bir anlam vermeden
yaşayamaz.”
Kutsal
dışı insana göre kendi türü, dünyanın şerefi değil,herhangi bir şeye indirgenen
alelade bir hayvandır.Ferhat’ın aşkından dağları delmesi, Kays’ın cin tasallutuna
maruz kalıp Mecnun olması,Fenikelilerin Kartaca’da koloni kurması,Tesla’nın
zamandan daha hızlı koşarak makineler üretmesi,Babil Asma Bahçeleri, Sırpların
Bosna’da soykırım yapması…Hepsi ne yaptığından habersiz atomların mahsûlüdür.
Kutsal dışı insan için yaşam; sonu mutlak
yokluğa çıkacak bir ölümdür.Yani her şey bu dünya ile sınırlıdır.Ve insan son
nefesini verinceye kadar yaşar.Sonrası ise koca bir hiç…Bu zihniyete göre ölüm; teknik bir arızadır. Yahut şu an aşılamasa bile gelecekte mutlaka aşılacak
bir bariyerdir.
Kutsal insanın tanrısı kendine iman etmeyenlere; iğrenç kokulu irinler, dikenlerden yemişler
hazırlamıştır.Zebaniler, kimi günahkârları ayakları dışarıda kalacak şekilde
pisliğe gömecek, kiminin de başına kürekle vuracaktır.Şişler,mengeneler,parçalanmış
etlere batırılmış çengeller,zift havuzları ve kan gölleri…Böyle bir tanrının
Hitler’den, zebanilerin ise SS subaylarından herhangi bir farkı yoktur.
…
Keskin çizgileriyle bir Yunan heykelini
andıran bedenim modern bir insana ait. Tinsel bir mânâdan azadeyim. Kutsalın
esaretinden özgürlüğün avlusuna çıkalı beri neredeyse iki asır geçti. Ancak
kokusu hâlâ, dumanı üstünde tüten ekmekler gibi burnumdadır. O gün, âdeta
ciğerparesini yanına alarak Moriah Dağı’na çıkan İbrahim’e dönüşmüş, itina ile
bilediğim bıçağımı kutsalın kadim boynuna tek hamlede sürmüştüm. Ah! O sahneye
tanık olmalıydınız. Kana bulanan ve dağılan saçlarıyla başı bir yana gövdesi
bir yana düşmüştü. Böylece aşkınla rabıtamı kesmiş, kozmosla aramdaki tüm
köprüleri de atmıştım.
Peki,
susuzluğumu gidermiş miydim? Yoksa
kendisine tuz yalatılan bir keçi gibi kavruluyor muydum? Bu arada parmaklarıma yüzük suretinde
dolanan şeyler de neyin nesiydi? Kim bilir, belki de ben parmaklarımdaki kömür
parçalarını elmas zannediyordum…
Fırat KÖKLEN
(Ayarsız Dergisinde Yayınlanmıştır)
Oturduğumuz yerden Kozmos'ta derin bir tur attık hocam. Son durak olarak asıl benliğimize ulaştırdığınız için teşekkür ederiz. Kaleminiz dert görmesin.
YanıtlaSilTeşekkürler Enescim. Tanımın mekanik ve soğuk koridorları beni hapsetmiş. Oradan ancak kutsalın hakikatiyle özgürlüğün avlusuna çıkabilirim.
YanıtlaSilKutsal türetme hastalığı bahsettiğin gibi iliklerimize işlemiş. Türettiğimiz kutsalların tutsaklığından kurtulmak için müthiş bir beyin fırtınasıydı hocam. Var olun...
YanıtlaSil