YEMEZLER-3

 


Bugün sizlere Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın “Müslümanların ilk kıblesi!” söylemi üzerinden dinin siyasete nasıl alet edildiğini anlatmaya çalışacağım…

Filistin’de ne zaman bir çatışma olsa, toplumun belleklerine kazınmış olan “İlk Kıblemiz” kutsal yalanı ile halkın dini duyguları köpürtülmeye başlanır. Bu yalan, gayri resmi dini yapılaşmalar yanında, üzülerek belirtmem gerekirse Devletin resmi bir kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da dile getirilmektedir. Kurumun Başkanından tutun, görevli bütün kesimlerince cami kürsülerinden yapılan vaazlarda, minberlerden okunan hutbelerde Müslümanların belleğine işlenir! Ancak din ile siyaset bırakın dirsek temasında olmayı, iç içe girmişse eğer, bundan farklı bir söylem beklemek safdillik olur diye de belirtmem gerekmektedir.

-Kudüs işgal edilmiş, Mescid-i Aksa muhasara altında sen nasıl özgürsün?

-Kutsalın tutsak iken, sen kendini özgür mü sanıyorsun ey gafil Müslüman! Özgürlük bu mu?

-Yahudi senin kardeşlerini katletmekle kalmıyor, senin Peygamberinin miraca yükseldiği yeri esaretiyle inim inim inletiyor!

-Senin Peygamberin Mescid-i Aksa’da 25 bin peygambere imamlık yaptı. Bugün İsrail askerlerinin postalı oralara basıyor!

-Bu şartlarda sen nasıl rahat olabiliyorsun eyyy Müslüman?

Bu sloganlarla milletimiz galeyana getirilir. Özellikle cemaat tarikat, dernek, vakıf odaklı protesto toplantıları, mitingler kanaat önderleri ve siyasilerin boy göstermeleri, kendi şahsi mevkilerini pekiştirmeleri için oldukça geçerli manevra alanlarıdır.

Ardından kalabalıklara “Katil İsrail. Akıttığın kanda boğulacaksın! Dayan Filistin. Siyonist İsrail. Köpek İsrail! Terör devleti İsrail.” vs sloganları attırılarak iç kamuoyuna gerekli mesajlar verilir. Her kesim kendi topluluğunu bir arada tutma aracı olarak safını belirlemiş olmanın iç huzurunu yaşar. Sözle, sloganla, sosyal medyadan goy goy ve hamaset temelli beyanatlarla, boykot çağrıları ile cihadın en şedidi yapılmış olur.

Şu da asla unutulmamalıdır ki; İsrail’le ülke bazında yapılan askeri, sivil, teknolojik, istihbarat, radar, uydu ve iletişime dayalı ticari anlaşmalar daima, ortalığa yayılmış bu toz bulutunun fırsata dönüştürülmesiyle daha da geliştirilmiş, ilişkiler daha da sıklaştırılmıştır. Örneğin son olaylara istinaden şehir meydanlarında protestolar yapılırken acaba limanlarımızdan kaç gemi İsrail’e hareket etmişti bileniniz var mı?

Büyük Orta Doğu Projesi, Güney Kafkasya ve Ermenistan’ı da içine alacak şekilde Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesine dönüştürülmedi mi? Çölün ortasında Dünyanın tohum merkezi olan İsrail’in su sıkıntısı, Manavgat suyumuzun Kıbrıs üzerinden İsrail’e akıtılmasıyla aşılmadı mı? Ülke yöneticilerimize “Yahudi Üstün Hizmet Madalyası” takılmadı mı? Suriye sınırımız boyunca 350 metre genişliğindeki 510 kilometrelik, yılların bakir alanı mayınlı arazimiz, ‘mayınların temizlettirilmesi şartı ile’ organik tarım ve tohum üretimi için kiralama yöntemi ile İsrail’e verilmeye çalışılmadı mı? En hafif tabirle o aymazlık projesi, Muhsin Başkanın sınırda yaptığı eylemler ve ülke gündeminden düşürmeyen basın açıklamalarıyla engellenmedi mi?

Bu topraklardaki mayınlar Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından temizlenmeli, şehit aileleri ile gazilerin kullanımına açılmalıdır. O mümkün değilse, Ostim Sanayicileri bu işlemi yapacak teknikler geliştiremezler mi? Mayınları temizleyecek teknolojimiz yoksa bile, ülkedeki tüm eski traktörler devlet tarafından satın alınarak, pulluklarla sürülmek suretiyle o alanlardaki mayınlar patlatılıp yok edilebilir. Kesinlikle o topraklar İsrail’e verilmemelidir. İkinci bir Filistin vakası ülkemiz sınırları içinde yaşatılmamalıdır. Derhal bu aymazlıktan vaz geçin!” diye iktidarı 49 yıllığına İsrail’e kiralama projesinden vaz geçirtmemiş miydi?

Ostim Sanayi esnafı da, “Kendilerinin o problemi çözüme kavuşturacak alt yapıya hazır oldukları ve devletimizin bize görev vermesi halinde altı aylık bir çalışmanın sonucunda Suriye sınırımızdaki mayınlı arazinin tamamını temizleyebilecek donanıma hazır hale geleceklerini açıklamaları…” neticesinde o proje rafa kaldırılmıştı. Belki de bir başka bahara ya da bir başka toz bulutu kalkışması arkasına kalmıştı bilemiyoruz!

Şalvarlı, sarıklı, sakallı ruhbanlarca güya dua ettikleri zannıyla Allah’a emrederek, görev tevdi eden dua(!) ayinleri yapılarak halkın gazı alınır. İllegal ve merdiven altı yapılaşmaların ne denli makbul olduğu ve onların dualarının toplumu çimento gibi bir arada tuttuğu, onlar olmasa toplumun çökeceği kanaati pekiştirilmiştir.

Ve onlar da, ‘iyi ki varlar’ temennilerine zemin oluşturan, bu organizasyonlarla halk içinde taban bulmanın mutluluğunu yaşamaktadırlar! Artık bastonlarıyla savaş uçakları düşürme zırvalarını keramet süsüyle ballandırıp efsane masallarını anlatarak Harry Potter’ı kıskandırmaya son sürat devam etme vizelerini almışlardır! Film çekerek ülke ekonomisine katkı sağlasalar ağzımı açıp, eleştirirsem namerdim! Ama yok kardeşim kene gibi halkı sömürüp, hiçbir şey üretmeden din satarak saltanat kuruyor ve servetlerini katlıyorlar! Onların aradığı cehalet atmosferinin ozon tabakası oldukça kalınlaşmış, bu defa uçma kaçma hikayeleri anlatarak insanlarımızı avlamak üzere gökyüzüne evliya ağları örülmüştür. Varsın İsrail’in demir kubbe ağı olsun, artık bize vız gelir tırıs gider! Siyaset ve din taciri her kesim amacına ulaşmıştır artık ya gerisi hikaye!.. 

Peki “İlk kıble!” yalanının doğrusu ne? Şimdi din siyaset ilişkisi arasında kurulan kumpasa düşmemeniz için o mevzuya açıklık getireyim…

Peygamberimiz Medine’ye hicret ettiğinde çoğunluğu Yahudi ve dindar olan yerli halkın kıble olarak yöneldiği tarafa doğru yönelerek namaz kılmaya başlamıştı. Bu durum bazı rivayetlere göre iki, bazı rivayetlere göre dört yıl kadar sürmüştü. Gerekçe olarak ise Yahudi halkın teveccühünü kazanmak veya kıble yönü olarak onların da Kabe’ye yöneldiğini düşünmüş olmak şeklinde yine rivayet kökenli bilgiler nakledilmektedir. Ancak daha sonra peygamberimizin şaşkınlığını göğe bakarak yönünü tayin etmekteki sıkıntılarını da dile getiren ayetler nazil olmaya başlamış ve tekrar yönünü Mescid-i Haram’a dönmesi gerektiği emredilmiştir. (Bakara-143, 144)

Azıcık akleden ve Siyer tarihine kafa yoran hemen ‘ilk kıble’ söyleminin gerçek olmadığını anlar zaten. Peygamberimiz 12 yıl kadar Mekke’de vahiy aldı. Orada hem Kabe’ye yönelerek namaz kıldı, hem Kabe’nin içinde vahiy aldı, hem de müşriklerin taciz ve saldırılarına uğradı. Hatta bir gün Kabe’de sabah namazını kılarken okuduğu Hakka Suresi ayetlerinin tesiri ile Hz. Ömer’in Müslüman olduğu gerçeği de tarihsel verilerden biridir.

Hz. Ömer Peygamberimiz için “Şair mi acaba?” diye aklından geçirince; ayetlerde “Onun şair olmadığı” bilgisi veriliyor! “Benim ne düşündüğümü bildiğine göre, O kahin olmalı!” diye düşünüyor. Ayetlerle “Peygamberimizin kahin olmadığı” bilgisi aktarılıyor. Şaşkınlığını gizleyemeyen Ömer bu defa “Onun okuduğu sözleri uydurduğunu” düşünüyor! O düşüncesine de ayetlerle “Kur’an’ın Alemlerin Rabbi tarafından indirildiği ve eğer elçi ona bazı sözleri uydurma olarak katsaydı, onu yakalar şah damarını keserdik ve kimse de ona engel olamazdı!” diye cevap verilince, Hz. Ömer teslim bayrağını çekiyor ve iman ediyor!(Hakka-40 ile 48. Ayetler arası)

E hadi bakalım bu şartlarda ilk kıblenin Kudüs olması mümkün mü?

Yine Hz. Fatıma Annemiz, babasının bizzat Kabe’de namaz kıldığı ve ayetleri okuduğu bir anda müşriklerin ileri gelenlerinin Ona işkembe parçaları attıklarına şahit olunca, kendisi müşriklerin karşısına dikilmiş ve sanki kızı değil de annesi gibi davranarak, merhameti ve şefkati ile babasını sarıp sarmalamış ve saldırılara karşı savunmuştu! Ne olacak bunca tarihi vesika?

Ayrıca ilk kıble Kudüs olsaydı, ayetin içinde “…yeniden yüzünü Mescid-i Haram’a çevir…” geçmezdi değil mi?

İşte bakın bu veriler, Kudüs’ün ilk kıble olmasının asılsız bir uydurma olduğunu ve dinin siyasete alet edilme vesilesi kılındığını aşikar bir şekilde ortaya çıkarmaktadır!..

 

Hayati Yaman

Yorumlar

  1. Hocam elinize sağlık, harika ve tarihi bir yazıyla daha karşımıza çıktınız. Teşekkür ederiz. Protestolar ve mitingler yapılarak bizim gazımızı almaya devam ederken, arka planda anlaşmalar hız kesmeden hatta artarak devam ediyor. Bu çok klasik (ki yazmaktan utanıyorum) ve senelerdir üzerimizde uygulanan bir taktik. Siyaset her zaman böyle iki yüzlümüdür? Ne yazık ki bu güzel ülkemizde böyle. Dürüst ve olduğu gibi olan siyasetçiler bu siyasi düzenle savaşmaya çalışsa da başaramamış. Çünkü millet olarak biz de hatalıyız. Bizim yumuşak karnımız Türlük, İslamiyet vb. konulardan vurulmaya çok müsaitiz. Halbu ki bu konulara gerçek manada hakim olsak ve böyle ucuz oyunlara gelmesek ne olur? Allah'ın 'Aklınızı kullanın.' emrini yerine getirmiş oluruz,saçma sapan bir durumu, sadece bazı kişiler söyledi diye savunmayız. Her zaman söylediğim ve söyleme amacım biraz olsun düşünmeyi teşvik etmek olan bir sözle kapatayım yine hocam. "Düşünmeyen beyinler, düşüncesizlere esir olmaktan öteye gidemezler."

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kuşkusuz ki siyaset kurumu özünden kötü değil. Lakin öyle algılanır bir vaziyet aldırılmış oluyor. Israrla ve inatla temiz insanların siyasete girmelerine ve temiz kalmalarına aşırı ihtiyaç duyulan bir ülkede yaşıyoruz.

      Siyasi erk de bu toplumdan çıktığına göre öncelikli hedef insan kalitesini arttırmak, nihayi hedef ise o kalitenin siyaset kurumununa yansımasını sağlamaktır.

      Sonuç yine eğitime dayandığı için ben de eğitimci olarak bu alanda üzerime düşen görevimi bihakkın yerine getirmeye çalışıyorum.

      Aklını kullanmayanların üzerine Allah pislik yağdırırım, diyor. Sekizyuz küsur ayette akılın faal bir eylemde ne muhteşem bir nimet olarak, vahiy olarak bize yüklendiği vurgusunu yapan Yüce Tanrı, doğal olarak o nimetin hakkını kullanmayanlara pisliği boca etmektedir. Onlar da güce tapan garip mahluklar olmuşlardır. İslam coğrafyasının durumu bu Enescim.

      Çok teşekkür ederim katkıların için...

      Sil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar