DOYUMSUZLUK


Latince -tantalum- sözcüğünden köken alır. Tantalum,
Fransızca'ya -tantale- "bir element" şeklinde geçmiştir. Bu sözcük,
-Tantalos- "Mitolojide ebedi doyumsuzluğa mahkûm edilen Lidya kralı" özel adından türetilmiştir. Dilimize çevirisi ise ""DOYUMSUZLUK" olarak geçmiştir.

Peki doyumsuz olan ne? Ya da hangisi?
Ruhumuz mu, duygularımız mı, beynimiz mi? Bu sorulara cevap bulmak pek kolay olmasa gerek!

Birilerine göre bilgisayar oyunları, birilerine göre cıvıl cıvıl oyuncaklar, birilerine göre albenisi çok yüksek yiyecekler, birilerine göre gezip tozmak, birilerine göre sınırsız eğlence, ışıltı ve parıltılı gece hayatı vs...

Düşündüğümüzde; modern dünyanın insana sunduğu imkan ve hizmetler karşısında doyumsuz olmak, doyumsuz kalmak için ne çok sebep var değil mi?

İnsan açtır. Belki de biyolojik açlıktan daha fazla doyumsuzluğa açtır insan!

Peki neden böyleyiz? Belki doyumsuz değiliz aslında, ama doyumsuzluğa aç olduğumuzu ve doyumsuzluğumuzu doyurmak istedikçe açlığımızın daha da artacağını bilmediğimiz için doyumsuz olmaktayız. Çünkü biz, doyumsuzluğumuzu doyurmaya soyunmuştuk. Oysa insanın gözünü doyuran ne idi?

İnsan doğduğu an bir doyumsuzluk çukuruna düşer. Doyumsuzluk insanı suya götürüp susuz getiren bir seraptır. Doyumsuzluk öyle bir handikaptır ki, sahip olunacaklar ve sonu gelmez hedefler için insanı koşmaktan kan ter içinde bırakır. Lakin bu maratona rağmen istekler, arzular bitmez. Asla finish çizgisini geçemeyiz. Hep daha fazlasını isteriz. İnsanın arzu ve istekleri de böyledir. Doymayı bilmez ve her tatminde "daha yok mu?" der.

-Doyumsuzluğu Öğrenme- hali beşikte başlıyor. Neden mi? Ebeveynler çocuklarının en değerli eşyalara, en güzel oyuncaklara, en değerli kişilere sahip olmasını ister. Bu yüzden çocuğunun, "Benim hiç olmadı, ben hiç yapmadım!" demesin. "O, en güzellerine layık olsun. O, hayatını dolu dolu yaşasın." isterler. Bu uğurda, her aile imkanlarını zorlayarak, elinden geleninin en fazlası için çabalar.

Lakin bu durum, sadece kendimizi düşünerek yaşamayı, bencilliğin bir yaşam felsefesi olarak içimize işlenmesi fikrini doğurur.
NEDEN sadece ben en iyisine sahip olmalıydım ki? Bu dünya sadece benim ve arzularım için mi yaratıldı?
NEDEN hep bardağın boş kısmı?
NEDEN bu denli benciliz?
NEDEN ben ya da sadece benim ailem mutlu olsun?

Paylaşmayı öğrenmek ve öğretmek gerek.

Bilinmelidir ki, doyumsuzluk doyurmaya kalktıkça acıkacak, paylaştıkça doyacaktır...

Bir de şükretmeyi, teşekkürü bilmek ve öğrenmek gerek... Başkalarına minnet borçlu olduğumuzu öğrenmeliyiz. Öyle olursak bencilliğimizi Yener ve doyumsuzluğun hazım problemi doğurduğunu anlarız. Minnet ve teşekkürün Yüce yaratıcıdan başlaması gerektiğini öğrenmeli insan... Bu yazıyı yazabiliyorsam parmaklarım var. Okuyabiliyorsam gözlerim, müziği duyabiliyorsam kulaklarım var ve hepsi yerli yerinde çok şükür. Ve onları bana bahşeden Yüce Rabbim var, Elhamdülillah.
Ama emin olun bunlara sahip olmasam da, hayata sahip olmam, hayatı anlamaya sahip olmam, insanı doyumsuz kılan etkenleri ortadan kaldıracak faktörleri  anlamış olan bir beyne sahip olmam bile fazlasıyla yeter...

Bakın doyumsuz değilim. Stephen Hawking ile çağdaş olup da doyumsuz olanın aklından şüphe etmek gerektiğini biliyorum.

MUTLU, HUZURLU, GÜZEL yarınlar için bilim ve akıl yolunda insanlığa hizmet aşkı doyumsuzluğu diliyorum…

Melike Esma Asıl

Yorumlar

  1. Ancak bu kadar olur! Yaşından büyük olgunlukla bize de dersler vermişsin kızım. Yürekten teşekkür ederim Esma Melike m...

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı olmuş ilk adımın sana bu hayatta güzel kapılar açsın başarılarının devamını dilerim Ablan...👏

    YanıtlaSil
  3. Arkandayız müftü mahallesi...Helal sana esma...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar