SORU SORMAK


Soru sormayı, her sorulanın soru olmadığını bilmeyi, her sorulana cevap verilmemesi gerektiğini bir türlü ne öğrenebildik, ne de öğretebildik! 

Soru sorarak öğrenmenin, gözlemlere dayalı sorulan sorulara bulunan cevapların kalıcı ve etkili öğrenmeyi ortaya çıkardığını çok iyi bilmek lazım. Bu bizi otomatik olarak analitik düşünmeye ve bilimsel yöntem basamaklarını işletmeye götürür. 

1000’li yıllarda İbni Heyzem “Kitabel Menazir” adlı eseri ile bu gün kullanılan hipotez kurarak onun doğruluğunu araştıran bilimsel yöntem kriterlerini ortaya koymuştur. O nedenle dünyada ilk gerçek bilim adamı olarak kabul edilir…
Aslında soru sormak ve sorarak öğrenmek için bilim adamı olmaya gerek yok. Her insanda bilim adamının özelliklerinden en az 4-5 tanesi vardır. Sadece bilim adamları süreci, bilimsel yöntemlerle ve basamak basamak ilerlettikleri için sistematik bilgi akışına daha vakıftırlar o kadar. Onları bizden farklı kılan bu özellikleridir. Bir de çalışmalarına ilişkin raporlarını, ulusal ve uluslararası bilimsel yayın kuruluşlarında yayımlama ayrıcalıkları ile bizden farklılar. Bizler bilimsel yöntem kurallarını uygulayarak hayatımızı kolaylaştırır, sorunlarımızı daha kolay aşarız. 
Onun ilk basamağı sorun olarak gördüğümüz bir olayı veya soru olarak zihnimizde belirmiş bir olayı çözüme kavuşturmak için problemi belirlemektir. Yoksa olayın üzerine gitmez ve hasıraltı yaparsak, hem sorunların altında ezilir, hem de muhkem bilgilere erişim sağlayamayız. Problem belirlendikten sonra veya soru sorulduktan sonra, onun çözümüne yönelerek cevabı bulmaya çalışmak lazımdır. Bu süreç; hipotez, tez, anti-tez, çıkarım ve rapor şeklinde pratik bir yöntemle işler. Bu yöntemi belirleyen herkes, kendini tanımış ve kendi kendine öğrenme yeteneğini keşfetmiş olur…
Yoksa nice komik sorularla kimlerin gülünç duruma düştüğüne, onları soru olarak kabul edip cevap verme ihtiyacı hisseden nice hoca(!)lara tanık oluyoruz. Bu tarz soru-cevap eylemeleri hem insanımızı tembelleştiriyor, hem de bilimin, öğrenmenin değerini düşürüyor. Oysa soruyu soran kişi, sorduğu sorunun kalibresi ile kendi kalitesini ortaya koyar.
Soru sormaktan korkmayın. Kendinize güvenin. Sorularınıza doğru ve tatmin edici cevaplar bulma gayretinde olun. Mutlaka hakikat size göz kırpacaktır…
Soru soran çocuktan, gençten korkmayın ve mutlaka akılcı cevaplarla önünü açın. Çünkü Rabbi ona ve her insana güveniyor!
Şimdi bir anne ve bir babanın, çok soru sorulan bir yaş dönemi olan, 3 yaşındaki kendi çocuklarına, sordukları soru karşısında verdiği cevaplarla farkı fark ettireyim:
Bahçede çiftleşen horoz ve tavuğu gören çocuk, annesine sorar!
-Anne horoz ve tavuk ne yapıyor? Annesi cevap verir.
-Oğlum horoz kendi konuşma dilliyle tavuğun üstüne çıktı ve kulağına “seni seviyorum.” dedi, der.
Çocuk da, olayı anlaması gerektiğince anlamış olur…
Öbür çocuk da sorusunu bir türlü cevaplamayan babasına sürekli aynı soruyu sorar!
-Baba ben nasıl oldum?
Ve artık babanın canına tak etmiştir, salla pati bir cevap vermek ister.
-Oğlum bir gün çarşıdan şeker aldım, eve geldim. Gece yatarken şekeri yastığımın altına koydum. Sabah kalktığımda baktım ki yastığımın altında sen vardın? O gün bugündür varsın işte, demiş!
Ertesi gece çocuk büyük bir heyecanla, yastığının altına şeker koyarak yatar ve öyle uyur. Sabah uyandığında büyük bir merakla yastığını kaldırıp bakar, şekerin başında bir karınca görür. Ve ona seslenir.
-Seni ezmek istiyorum ama baba yüreği işte dayanamıyor ne yapayım? Der…
Bu iki örnekle çocuklarımızın zihin dünyasına nasıl dokunduğumuzu, baba ve anne rolleri arasındaki detayları sanırım bir nebze de olsa size aktarabildim! 
Geleceğe güvenle ve huzur içinde bakabilmek psikolojik, sosyolojik, ekonomik, biyolojik yönden sağlıklı nesiller yetiştirmekle olur. Kalın sağlıcakla…

Hayati YAMAN 

Yorumlar

Popüler Yayınlar