EN GÜZEL SÖZ, HENÜZ SÖYLENMEYENDİR

 

 


 
İnsan, girerken zorlanmasa da  çıkışını bir türlü bulamadığı bir labirenttir âdeta.  Bu, onun duvarlarını  bizzat elleriyle ördüğü düşün dünyasının yegâne ustası olmasından kaynaklanır.

  şünce, zihnin rahminde filizlenen bir sonsuzluktur. Genişlik, uzunluk ve yükseklik gibi bariyerleri yoktur.  Zihnin koridorlarından taşmadığı sürece kusursuzdur. Davranış ise düşüncenin çocuğudur.  Kaşı, gözü ve endamıyla annesini andırsa da  onun birebir aynısı değildir. Tıpkı hiçbir  tercümenin o dilin kendisi olmadığı gibi… Bundan mütevellit; düşüncenin  çocukları eciş bücüş, kolsuz  bacaksız, kalpsiz vicdansız  kimi zaman da  organ yetmezliğiyle  gün yüzüne çıkar. Çünkü, düşünce için her doğum erkendir.

  Geçtiğimiz günlerde kulağıma “En büyük sır daha bilinmeyendir, en güzel söz henüz söylenmeyendir. ”şeklinde bir şarkı sözü çalındı. Demek ki, düşüncelerimiz  cisme büründüğünde  tüm ihtişamını  yitiriyor.

  “Söz gümüşse sükût altındır. ”atalar sözü de bu tezi destekliyor. Bu tezde bir zulüm ve hak gaspı neticesindeki susmanın kastedilmediği aşikârdır. Zîrâ böylesi bir susuş, kişiyi sahici olmaktan çıkarıp yalan bir insan yapar. “Dil hâkikati haykırmayacaksa boş yere devinip durmasın” mânâsındadır.

  Belki de Eflatun, bundan yıllar yıllar önce “Her şeyin en mükemmeli idealar âleminde yer alır. Beş duyumuz ile algıladığımız görüngüler âlemi ise onun ancak bir kopyası veya yansımasıdır.” derken naçizane benim anlatmaya çalıştığım şeye parmak basmıştır.

    Führer’in; sağlıklı ve yakışıklı Alman erkekleriyle güzel ve renkli gözlü Alman kadınlarını birleştirerek ari ırkı meydana getirme düşüncesi ,onu eyleme geçirmesinden   daha kusursuzdur. Kendisinden yıllar sonra Alman millî futbol takımında Polonya ve Gana asıllı oyuncular forma giymiştir. Hitler’in, ütopyasını   distopyaya  çevirenler yüzünden mezarında ters dönmüş olması muhtemeldir.

    2.Dünya Savaşı sonrası II. Şansölye Göbels, Almanya’nın   hem askerî  hem de ekonomik cephede   galip geldiğini düşünmektedir. Lâkin pratik hayat   hiç de öyle söylemez. Ülkenin kaynakları Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne aktarılırken Rus orduları da o sırada Berlin’e girmiştir. Halk yoksulluk içindedir. Üretim yok denecek kadar azdır. Var olan yiyecekler de akıllara durgunluk verecek derecede pahalıdır.

   Doğuştan gözleri görmeyen  bir delikanlı,  ancak gönül gözüyle  kendi varlığını yârinin  varlığına bağlayabilir. Onun nazarında sevgiliyi düşünmek, ona binlerce mısradan müteşekkil aşk şiiri yazmaktan yahut balkonunun altında serenad yapmaktan daha kusursuzdur. Çünkü gözleri kapalıyken düşünce evreni 13.8 milyar yıl yaşındaki kâinat gibi gittikçe genişler. Velev ki, gözleri açılsa tanık olacağı manzara üç boyutlu gezegenin tel örgülerine takılacak ve  dünyası  daralacaktır.

  İlerleyen yaşına rağmen denizle tanışmamış bir kişi, onu berrak ve masmavi bir sonsuzluk olarak  tasavvur eder. Yani  bu konuyla ilgili imgesi kusursuzdur. Bu imge; kimyasal atıklar nedeniyle  karaya vuran balıkları görene ,ayağına deniz kestanesi batana,  yahut avcuna aldığı deniz suyunun  aslında mavi olmadığının ayırdına varana dek devam eder. O hâlde onun için en güzel deniz henüz girilmeyendir.

  Bir kitap kurdu için “kitap” hayatı anlamlandıran ve onu inşâ eden kusursuz bir enstrümandır. Bu büyünün tesiri, müptelası olduğu şairin trahomlu olduğunu işitene  yahut  tüm kitapların, aslında fikir pazarlayan mecralar olduğunu   öğrenene dek sürer.

  Türk sinemasının “Senin annen bir melekti yavrum” repliğiyle büyüyen bir çocuk için   belki de yalnızca kendi annesi değil; tüm anneler ikişer, üçer ve dörder  kanatlı insanüstü varlıklardır. Çocuğun bu durumu ben diyeyim kıyameti ,siz deyin şeytanı doğuran anneleri görünceye dek devam eder.

   İnsan, kendi  hayatını bir yorgan gibi sırıyıp  üzerine çektiğini düşünür. Oysa çoğu zaman kağıt üstündeki meta ile gerçeklik uyuşmaz. Aslında  başkalarının   sırıdığı hayatları bir yorgan gibi  başına çekip durmaktadır insan.

    

   Size acı çektiren bir insana beslediğiniz öfke; bir gün tıpkı Stephen King romanlarından taşan bir sahne gibi düşmanınızın sırtına saplayacağınız baltayı bilemenizden, onu gayya kuyusuna itmenizden ,başka bir gün de Timuçin’in kimliğine bürünüp  tenasül organlarını kesmeniz sonra fokurdayan kazanlarda kaynatmanızdan , en olmadı  içinizin şişi insin diye suratına şöyle kallavi bir küfür etmenizden daha kusursuzdur. Zira en güzel küfür, henüz savrulmayandır.


Fırat KÖKLEN

(Ayarsız Dergisinde Yayınlanmıştır)

Yorumlar

Popüler Yayınlar