KONTRPİYE
Fransızca kökenli bir kelime olan başlık,
sporcuların şaşkınlığı için kullanılır. Genellikle de futbolda kalecilerin
kendi defans oyuncuları tarafından hiç beklenmedik bir şekilde yanıltılması ve
çoğunlukla da hak etmediği golleri yemesine karşılık kullanılan şaşkınlığı
ifade eden bir sözcüktür!
Bugün de sizlere 2000’li yılların başlarında
milletimize beklenmedik şaşkınlıklar yaşatan bir takım tarihi olayları
anlatacağım için bu başlığı seçtim.
Milli görüşün kapatılan her partisi, 2000’li yıllara
kadar, hep yerine kurulan yeni parti ile yoluna devam etmişti. Ancak ilk kez “Gelenekçi-Yenilikçi” tabiri ile yol
ayrımına gelmiş olan bu siyasi hareket, 22 Haziran 2001’de kapatılan Fazilet Partisi’nden iki parti ortaya
çıkaracaktı.
20 Temmuz 2001’de Recai Kutan Genel başkanlığında Saadet Partisi kuruldu. Saadet Partisi Milli görüşün temsilcisi ve
Necmettin Erbakan’ın yeni partisi olarak siyasi arenada yoluna devam etmeye
başladı. Doğal olarak 1999 seçimleriyle Mecliste 105 milletvekili ile temsil edilen
FP’den kendilerini tercih eden gelenekçi ve milli görüş gömlekli vekillerle
temsil edilmeye de başlamıştı…
14 Ağustos 2001’de ise Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında ama yasaklı olduğu için Abdullah Gül geçici genel başkanlığında
Ak Parti kuruldu. Tayyip Erdoğan
henüz ve 2002’de partisinin girdiği ilk seçimlerde bile mecliste olamayacak
olsa da, partisi Ak Parti; FP’den ayrılmış olan yenilikçi ve milli görüş
gömleğini çıkarmış olduklarını deklere eden vekillerce mecliste temsil
ediliyordu. Öyle ki, Ak Partiye geçen vekiller topluca partiye geçmek yerine,
gündemde daha çok yer almak için ‘image maker’larının isteği üzerine, zamana
yayılmış olarak gün aşırı partiye katılmaktaydılar! Hafızam beni yanıltmıyorsa
50 milletvekili ile temsil edilmekteydiler! Sonuçta vekiller olarak eski
olsalar da, halkta ‘yeniyiz’ imajı tutturulmaya çalışmaktaydı. Ayrıca kurucular
arasında çok geniş yelpazeye yer verilmişti. Soldan ve merkez sağdan eski yeni
pek çok isim partide kendisine yer bulmuştu.
Erdoğan ve çekirdek kadrosunda yer alan kurucu
troyka (Arınç, Gül ve Şener) kendilerine yakıştırılan ‘milli görüşçü’ yakıştırmalarını şiddetle reddediyordu. Hatta
partinin amblemi olan ampulün ilk görseli içindeki sembol tungsten telinin ‘rahle’ye benzetilmesinden duydukları endişeyle,
apar topar amblemde değişikliğe gidilmiş ve günümüzdeki mevcut halini
aldırmışlardı!
28 Şubat’ın bütün faturası gelenekçi kanat üzerinden
Erbakan ve ekibine kesilmişti. Erdoğan ve ekibi zinde güçlere “Biz artık onlardan değiliz.” mesajını
yolluyordu. Partisini tanımlarken de, “Muhafazakar
Demokrat” tabirini kullanıyor ve özellikle Özal’ın ANAP’ını işaret
ediyordu. Zaten Erbakan da onlara “AKP,
Arka Kapıdan kaçanlar Partisi!” diyordu!
Her şey yolunda ilerliyor gibi gözükse de, darbeci
zihniyet eliyle yürütülen dizayn projesi yürütücüleri, hala ısrarla Erdoğan ve
ekibinin takiyye yaptığını öne sürüyor ve mağduriyetini giderek arttırıyordu.
Hatta ilerleyen dönemlerde 2007’de 27
Nisan e-Muhtırası gelecek ve 2008’de Ak
Parti’ye de kapatılma davası açılacaktı! Yani birini döverek, diğerini severek
büyütmek üzere Ak Parti ve CHP eksenli iki partili sisteme
kaydırılmış bir protföy, ABD modeli olarak Türk Siyasi hayatına çiziliyordu!
CHP mecliste değildi ama bütün hazırlıklar o
doğrultuda ilerlemekteydi. Çünkü solun meclisteki temsilcisi olan DSP de
bölünmeye başlamıştı.
Darbecilerin yanında olan ve Erbakan iktidarının
alaşağı edilmesinde gizli aktör olan Fetullah
Gülen, devlet içine sızmış cemaat yapılaşmasıyla, bir hayli sağlık
problemleri yaşamaya başlamış olan Ecevit’i iktidardan uzak tutarak planlarını
devreye sokuyordu. Aslında Gülen ile Ecevit arasında neredeyse su
sızmayacak pozisyon sağlanmış olmasına rağmen DSP’nin ikinci adamı olan ve sağdaki Cemil Çiçek’in
muadili pozisyonunda yer alan Hüsamettin
Özkan bu defa aktif roldeydi.
Ecevit, Başkent Üniversitesi hastanesine
yatırılmış ve tedavi edilmekteydi. Ancak güya tedavi edilesiymiş, oysa “İlaç
verilerek hastalığı ilerlettirilmekte ve yavaş yavaş ölüme terk edilmekte!”
yaygarası koparılmaktaydı. Daha sonraki süreçlerde “Ergenekon, Balyoz operasyonları” adıyla kurgulanan ve zamanın
cemaat medyasında her haber kuşağında ETÖ
(Ergenekon Terör Örgütü) diye belleklere kazınan kumpas davalarında, tekrar
bu durum gündeme taşınacaktı.
O dönemin cici ve uysal çocuğu Cemaat, daha sonraki süreçte Ak Parti iktidarlarının da gücünü
yanına alarak devlet içine uzanmış ve çöreklenmiş çete mensuplarıyla azgınlaşacak
ve resmen zulüm şebekesine dönüşecekti. Tayyip
Erdoğan bizzat meşhur fetö savcısı Zekeriya
Öz için İtalya’da temiz eller operasyonu yapan savcı Di Pietro benzetmesi yapacaktı!
Fetö mensuplarınca son derece sistemli ve planlı işleyen
operasyonlar asker, sivil, üst düzey bürokrat, siyasetçi ve yargı
mensuplarından yurtsever insanları ekarte etmeye yönelik yürütülmekteydi. O
günlerden hazırlıklarını yapmaya başladıkları ve ileride kurmuş oldukları tuzaklar,
kumpaslar, gizli ses ve görüntü kayıtları ile yaptığı şantajlarla ortalığı
kasıp kavuracaktı. Gazetelerinde yer almış olan asılsız haberleri(!) kendi
yapılaşmalarına mensup savcıların delil kabul etmesiyle tutuklama, suçlama,
yargılama ve hapis cezaları furyasında Başkent
Üniversitesi mütevelli heyeti başkanı Prof.
Mehmet Haberal da hissesine düşeni yaşayacaktı. Dönemin Başbakanı Ecevit’in
hayatına kast etmek suçu(!) da kayıtlara girmişti. Ne garip bir tezahürdür ki;
cemaat sever olarak bilinen Ecevit’e ve partisine dahi ABD odaklı operasyonla
Fetullah Gülen üzerinden müdahale gerçekleştiriliyordu! Ama o Ecevit Fetö
elebaşının ABD’ye kaçmasına zemin hazırlıyor, Fetoş da sanki Allah’ın
danışmanıymış gibi ve Allah’tan rol çalarak güya kendisinde var olduğunu iddia
ettiği şefaat yetkisini(!) Ecevit’e kullanacağını açıklıyordu!
Kemal
Derviş’in de pompalamaları ile ama daha sonra kendisinin
içinde yer almayacağı bir siyasi oluşum ile DSP de ikiye bölünecekti! Hüsamettin
Özkan öncülüğünde ve İsmail Cem
Genel başkanlığında 22 Temmuz 2002’de Yeni
Türkiye Partisi kuruldu. Ve onlar da, bir takım milletvekili ile mecliste
temsil edilmekteydiler! YTP ve öncüleri de misyonları gereği görevlerini yerine
getirmiş siyasi yapılaşma olarak tarihteki yerini alacaktı.
10 Temmuz 2002’de bir de Genç Parti kuruldu. Genel başkanlığını Cem Uzan yapmaktaydı. Siyasete çok hızlı bir şekilde ve paraşütle
inerek giren zengin iş adamı Cem Uzan, yurt çapında teşkilatlanma şartlarını
aşarak bir an önce seçimlere girme hakkını elde edebilmek istiyordu. Kendisine
siyasetin sabır işi olduğu söylense de o hırslı ve azimli yapısıyla tuttuğumu
koparırım, diyerek kısa sürede hedefine ulaşmak istiyordu. Onun için Hasan
Celal Güzel’in Yeniden Doğuş Partisi’nin
yaptığı son kongrede parti başkanı oldu ve daha sonra isim değişikliği ile Genç
Parti olarak siyaset sahnesinde yer edindi. Renkli ve alışılmadık
kampanyalarla döner ekmek dağıtarak, mitinglerinde sanatçılara konser
verdirerek seçimlere hazırlanan bir parti olmuştu. İlk ve son kez girdiği
seçimlerden de %7 küsur oy almış ve
hazine yardımı almaya hak kazanmıştı! Yıllarını siyasete harcamış nice lider ve
partiler karşısında Genç Parti ve Cem Uzan’ın bu durumu da, seçmen profilinin
akademik araştırmalara konu edinilmesine yeterli bir sosyal veri tabanı
oluşturmaktaydı.
Ülke şartlarının iyiye gitmediği, yoksulluk ve
işsizliğin had safhaya ulaştığı hükümet olarak buna çözüm üretmeleri gerektiği
hususlarının değerlendirildiği her toplantıda kriz baş göstermekteydi. Kendisini
bulunduğu görev için teklif etmiş ve seçilmesine katkı sağlamış olan Ecevit’e karşı A. Necdet Sezer bu defa
sahnede idi!
Cumhurbaşkanı Sezer’in başkanlığında gerçekleşen
Milli Güvenlik Kurulu toplantısında “Anayasa kitapçığını başbakana fırlatıp,
tabiri caizse, bunu oku da gel!” demek istemiş olmasından ortaya çıkan
siyasi kriz patlak verecekti. Ecevit, bu tavrı son derece nezaketsiz bulduğunu
açıklamıştı. Verdiği demeçte Sezer’in bu tavrını, “Devlet yönetme ve devlet adamlığı ilkeleriyle bağdaşmayan bir üslup!” olarak
kamuoyuna deklere edecekti.
Açıklama yapılır yapılmaz, Borsa alt üst olacak %14
ve %18’lik peş peşe gelen değer kayıpları yaşanacaktı. Gecelik faizler
%800’lere varacak, hazine borçlanmaları %140’lara dayanacaktı. Dolar, Euro alıp
başını gidecek ve tarihin en derin ekonomik krizi olarak, 2001 ekonomik krizi baş gösterecekti. Siyasi krizler her zaman
ekonomik krizlerin de derinleşmesine sebep olmaktaydı!
Sağlık problemleri artmış, yoluna yürümekte güçlük
çeken Ecevit her alanda ve herkes tarafından eleştirilmeye başlanmıştı. Esnaf,
yaşanan ekonomik krizden en çok etkilenen kesimdi. Siftah yapmadan kepenk
kapatıyor ve ardı ardına iş yerleri kapanıyordu. Meşhur ‘yazar kasa eylemi’ de Ecevit başbakanlık binasına giriş yaparken
gerçekleşmişti!
Yaşanan ekonomik krizden çıkabilmek ve IMF’den borç
alabilmek üzere, ABD’den getirilen Kemal
Derviş, siyasi literatüre ”Derviş yasaları” olarak giren olaya
imza atmıştı. 15 günde jet hızıyla meclisten 15 yasa çıkarttırmış ve A. Necdet
Sezer de anında onaylamıştı.
Tam da ekonomik göstergelerin iyiye doğru hamlettiği
bir anda, Sayın Devlet Bahçeli Türk
siyasetinde tepeden tırnağa değişikliğe neden olacak bir hamle yaptı.
Hükümetlerinin görev süresinin bitmesine 1,5 yıl kala çıktı ve erken seçim istediklerini açıkladı!..
Artık o günden sonra hükümet etmek mümkün değildi. Çünkü iktidar tarafından bir
kez erken seçim telaffuz edilirse, o artık kaçınılmaz olurdu.
Öyle de oldu ve 3
Kasım 2002 tarihi erken seçim tarihi olarak belirlendi!
Hayati Yaman
Yine yeniden harika hocam. Elinize sağlık. Bu sefer de enteresan köşe dönüşlerine veya şerit değiştirmelere değinmişsiniz. Aslında yaşarken yani gündelik hayat akarken değişimleri çok farketmiyoruz. Aynı tencere içinde suyla birlikte ısınan kurbağa gibi... Ancak ölçeği biraz küçültüp, olayları sıkıştırdığımızda aslında ne kadar da evrim geçiren siyasetçiler izlemişiz. Parti içindeki sembol 'rahle'ye benziyor diye değiştirirken, müslümanlığımızı göstermek için Çamlıcanın tepesine otuz beş bin kişilik cami yapmaya.... Vay be!
YanıtlaSilAynen öyle evladım. Güya irticayı önleyeceğiz diye yola çıkan darbeci zihniyet döve döve kimi büyüttüğünü görebiliyor mu acaba? Ya da zaten bilinçli yaptıkları için bıyık altından kıs kıs gülüyor mu acaba? Devlet çökecek, rejim gidecekti. Her neye sıra gelmişse 'son kale' diyerek halkı iyice Ak Partiye kilitlediler. Çamlıca tepesinde ülkenin en büyük camisi inşa edildi. Ama dindarlık meselesi cami inşa etmekle olmuyor elbette. Ahlak, talan, yalan, yolsuzluk, hırsızlık, adam kayırmacılık, torpil, kamu malından rantiye ile zenginleşme sıfırlanmadıkça, hepsi hikaye. Ülke Karl Marx'ın "Din afyondur!" sözünü ispatlama laboratuarına dönmüş sanki.
SilHDP'nin kapatılma talebine ilişkin güncel olduğu için değinmek istedim. En son Ak Parti ile kapatma davasını yaşamıştık 2008'de. Ak Parti, AYM üyelerinin 6'ya karşı 5 oyu ile Başkan Haşim Kılıç'ın karşı oy kullanması sonucu kapatılmaktan son anda kurtulmuştu. Kendilerinin demokrasi mücadelesinden geldiklerini her platformda dile getirerek, Parti kapatmayı yaptıkları yasal düzenleme ile ilelebet tarihin tozlu raflarına kaldırdık, demişlerdi. Ama yine her şey tekerrür etmeye başladı...