KARANTİNA



Karanlıktı, sessiz...Yorgun bedeni, cenin pozisyonunda buz gibi zemine uzanmıştı.

Düşünmeyen insan bir cenin kadar savunmasız değil miydi zaten?

Karanlıktı, sessiz...Soğuğu hissedemedi, gözlerinden akan yaşı bile. Buz gibi zemin onu üşütmüyordu artık. Kalbindeki ateş tüm bedenini sarmış, soğuk dahi onu âdeta yakıyordu.

Karanlıktı, sessiz... Açlığı hissetmedi, tokluğu hiç bilmediği gibi. Kalbindeki ağrı yüzünden bedenini kıpırdatamadı bile. Kalbindeki ağrı acıya dönmemiş açlığa ise hiç yakınmamıştı.

Karanlıktı, sessiz... Ruhu acı içinde. Evet evet ruhu yaralı kanlar içindeydi! Fakat o göremezdi, ruhunu ve ruh acısını. Belki de üç boyutlu hayata ezberleme daldığı içindi!

Karanlıktı, sessiz... Beyni düşünmeyi bırakmış, karanlık onu kendine hapsetmişti. Ya da karanlık onu hapsettiği için düşünmeyi bırakmıştı.

Hah, işte tam bu noktada ucundan yakalamıştı kurtuluşu. Karanlık onu hapsediyor ve savunmasız bir cenin kılıyordu! Cenin büyüyecek, güzel günler bizi bekliyor. Cenin büyüyecek...

Yanaklarından çenesine süzülen yaşların sıcağını hissetmeye başladı. Soğuğu ve sıcağı biliyor ve birbirine karıştırmıyordu artık. Zihnindeki karanlık onu ürkütmüyordu artık. Ağlamayı bıraktı...

Fakat açamadı gözlerini hemen. Onu bu karanlığa sürükleyen neydi? Zihninin dehlizlerinde hapseden neydi? Gözleri henüz kapalı, ruhu karantinadayken onu bulmalı ve gözlerini öyle açmalıydı... Çıkamazdı yoksa aydınlığa. Etrafını çeviren duvarları yıkamazdı. Kilitli kapılarını açamazdı. Ama o açmaya kararlıydı...

Pencereden ince bir ışık hüzmesi kirpiklerine düştü. Küçücük boşluktan onun yorgun bedenine düştü. Bak kirpik arası bakıştan bile ışık ve aydınlık seni selamlıyordu. Ruhun artık seni yormamaya göz kırpıyordu!

Elini kaldırdı anlık refleksle. Işığa engel olmak ister gibi güneşe tuttu elini. Oysa gerçeklerden kaçmamam gerekir dedi. Parmakları arasından geçen ışığı kaptı koyverdi. Taa kalbine düştü ışık...

Güneşten aldığı cesaretle ayağa kalktı. Açtı gözlerini, yeltendi dışarıyı görmeye. Olağanca gücüyle yüksek pencereye zıpladı. Masmavi gökyüzünü gördü. Bir daha zıpladı ve tutundu tavanın kirişlerinden birine. Kuşların mavi derinlikte neşeyle uçması gözünü kamaştırdı. İçi kıpırdadı. Ama hür ve özgür kuşlar çarçabuk görüntüden çıktı. Görünen gökyüzü kesintini terk ettiler birer birer... Fakat ona yeterliydi bu. Umut yeşeren kalbinde bir şeyler oluyordu!

Ellerini bırakıp atladı zemine. O da ne? Bir anahtar düştü yere. Eğilip yerden anahtarı aldı. Üzerinde "Yaşat" yazıyordu. Kuşları yaşat, denizleri yaşat, insanları yaşat. Çocukları yaşat. Hayalleri yaşat...  Elbette ki, bomba yağdırma, çevreyi kirletme, doğayı koru, canlıyla ve cansızla ortaksın, ortaklığa sahtekarlık yapma demekti bu!..

Elini duvarlarda gezdirdi. Karanlıkta ikinci anahtarı buldu. "Sev" yazıyordu üzerinde. Denizleri sev, ormanları sev, hayvanları sev, insanları sev, gökyüzünü sev. Sev sevebildiğin her şeyi sev...
Elbette ki savaşı, korkuyu, güvensizliği, endişe ve kaygıyı da yok et, sahte yüzünü gösterme demekti bu!..

Üçüncü anahtar ise hemen pencerenin altındaydı. "Oku" yazıyordu üzerinde. Zaten anahtarın üzerindekileri okuyarak başlamamış mıydı sorgulamaya?Okuyarak başlamadı mı yaşamaya? Bu baştaki anahtardı belki de ama dengeyi bozdu ya tavandan atlayınca! Belki de onun için üçüncü anahtardı. Ama olsundu. Ha son, ha baş. Hayata ve sorgulamaya başlamaya gör arkadaş. Telaşa gerek yok, taşları yerine oturtursun pek yavaş.. 
 

Kapıya koştu. Elindeki anahtarları sırayla soktu kilitlere. Zihninin karantinasından kurtulacak mıydı? Bu karanlığı bu ürkütücü sessizliği ardında bırakıp ruhunu solgun bedeninden yırtacak mıydı?

İlk anahtarı soktu kilide "Yaşat". Gözlerini kapamadan hissetti bu sefer. Anahtarı çevirdi. Yaşamanın önemini kavradı, anlamak... Ve yaşatmaya söz verdi.

İkinci kilit ve ikinci anahtardaydı sıra. "Kalbimi sevgiyle donatacağım" dedi. Kalbinin ağrısı dinmeye başlamıştı bile. Sevgiye açınca kollarını kalbinde her şeye yer olduğunu anladı...

Ve üçüncü anahtarla kapı tamamen açıldı. "Kuşların ölmemesi için, masumların zulüm görmemesi için okuyacağım!" dedi ve söz verdi.

Şimdi o savaşmaya hazırdı artık. Topla tüfekle, barutla bombayla, uçakla tankla değil elbet. Kalemle mürekkeple, Kılavyeyle yapay zeka kodlarıyla... Etrafında yağan bombalara rağmen, karanlığa rağmen zihninin karantinasından kurtulmuştu artık. Cehalet salgınından yaşatarak, severek ve okuyarak dünyayı kurtarmaya, cahilliği yenmeye hazırdı artık.

Yeter ki zihnimizdeki karanlığa hapsolmayalım. Ruhumuz karanlığın karantinasına mahkum kalmasın.

Yeter ki kalbimizin etrafını saran karamsarlık duvarları bizi tutsak etmesin. Ruh özgür olduğu sürece kalbimiz, beynimiz ve tüm benliğimiz masmavi gökyüzüne açılır. Kuşlar gibi hür ve özgür kanat çırpar.

Yeter ki üç anahtarın olsun elinde. Yaşat, Sev ve Oku...

Haydi arkadaşlar yaşatalım, sevelim, okuyalım...


İlknur Parlak

Yorumlar

  1. En çok ihtiyacımız olan üç şey.. elinize yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. İlknur ben senin cevherini görüyordum kızım. İnşallah sen de göreceksin. Devam et olmaz mı?

    YanıtlaSil
  3. İnşAllah hocam.Bu fırsatı verdiğiniz için çok teşekkür ederim

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar