ŞEYTAN BUNUN NERESİNDE?
Zihninde, hiçbir cevabın ikna edemeyeceği cinsten kadim bir soru işareti vardı. Öylesine büyük bir soru işaretiydi ki bu, çengeline bütün dağları assalar yine de çekebilirdi. Zihni sürekli aynı soruyla kurcalanıyordu: “Kimdir bu şeytan?” Keşke düşünceler için bir kürdan olsaydı da beyninin kıvrımları arasına sıkışıp kendini rahatsız eden bu sorudan kurtulabilseydi.
Kafasını ellerinin arasına aldı ve düşündü. Bedenindeki toprağı, suyu, damarlarında dolaşan kanı ve safrayı… Bütün varlığını iliklerine kadar hissetti.
“İnsan ruhu tanrı ile şeytanın savaş alanıdır.” Evet, tam olarak böyle diyordu Dostoyevski. Bu cümle, hayatının merkezine sanki bir daha hiç kalkmamak üzere oturmuştu. Raskolnikov’a tefeci iki kız kardeşi öldürme emrini şeytan mı vermişti? Ya da bütün manevi değerleri, ödev ahlakını, erdemi ve kalbini çok uzun yıllar önce buruşturup çöp kutusuna atan, faiz ve tefecilikte mahir, çocuklarını bile bu uğurda harcayabilecek kadar aşağılık biyolojik baba F.Pavloviç Karamazov şeytandan mı alıyordu kötülük iktidarını? Joseph K’yi hangi şeytana öldürtmüştü F. Kafka? Bıçağı tutan el kimin eliydi? Avukatın mı, hâkimin mi, savcının mı? Yoksa bütün bir toplum bir ucundan mı asılmıştı bıçağın? Şeytan neresindeydi bu kötülüğün? Koridorları ve kapısı sadece Joseph K.ye açılan mahkemeyi, şeytanın bizzat kendisi mi kurmuştu?
“Kimdi bu şeytan?” İçimizde miydi, yoksa dışımızda mı? Ontolojik olarak bir bedene sahip miydi yoksa ona dair bilgilerimiz, yakıştırmalarımız bir sembol müydü sadece? Cennetten kovulan, Adem miydi yoksa Adem’in içindeki kötülük mü? Hem cennette şeytanın ne işi vardı, nasıl girebilmişti oraya? Şeytan, Tanrı’nın mı rakibiydi, yoksa insanın mı? Sorular, sorular, sorular…
Evet, kimdi bu şeytan? Şeytan isterse mi kötülük yapabilirdi insan yoksa insanın kendisi mi kötüydü?
Mesela 30 dirhem gümüş karşılığında İsa’yı siyasi otoriteye gammazlayan Yahuda İskaryot bu kötülüğün neresindeydi? Şeytan 30 dirhemlik bir şey miydi?
Belki de İsa’yı yargılayıp sırtında çarmıhla Golgota Tepesine sürükleyen kalabalığın içindeydi şeytan.
Havarilere: “Siz kendinizi zorla İsa’ya havari seçtirdiniz oysa Şam vizyonunda İsa bana gökten seslendi ve seni kendime resul seçiyorum dedi.” diyerek İsa’yı Rab makamına terfi ettiren, kendisini de ona elçi olarak atayan Tarsuslu Pavlus’un bizzat kendisi olamaz mıydı şeytan?
“Musa’yı bulabilir miyim? ümidiyle İsrailoğullarından dokuz yüz bin bebeği boğan Firavun ’un parmaklarına yüzük suretinde dolanmıştı belki de şeytan.
“Gençlerin kafasını karıştırıyor, ne oğlanda ne de kızda ahlak bıraktı. Üstelik tanrıların tanrısı Zeus’a, aşk tanrımız Afrodit’e, yeraltı tanrımız Hades’e… bile iman etmiyor.” İthamıyla Sokrates’i oy çokluğuyla ölüme mahkûm eden Delfi meclisine başkanlık etmekteydi belki de şeytan.
Ortaçağ Avrupası’nda manastırda sabah duasından çıkmış, akşam yediği kan pudinginin al izleri ağzının kenarında kurumuş, yağlı göbeğini kaşıyan bir rahip, açlıktan midesi beline yapışmış kadına sessizce yaklaşarak: “Sen şeytanın arabasısın.” diye fısıldıyor. Belki de kadına fısıldayan bu semirmiş dilin pütürlerinde gezinmekteydi şeytan.
Skolastik düşünceyi sistemleştiren Fransiskenler ile Dominikenler arasındaki İsa ve havarilerin yoksulluğu, “Mal ve eşyayı kullandılar mı, aynı zamanda yığdılar mı?” tartışmasında Fransiskenlere göre Dominikenler, Dominikenlere göre ise Fransiskenlerdi şeytan.
Papa XII. Johannes’e göre İmparator Ludwig, Ludwig’e göre Dominikenler’i destekleyen Johannesti şeytan.
Elindeki “La” süpürgesiyle paganları temizleyen İbrahim’i ateşe atan ve bu ateşi soluksuz körükleyen Nemrut diye bir bedene bürünmüştü belki de şeytan.
Öfkesinden yüzü kıpkırmızı kesilen alev babası Abduluzza ve odun hamalı karısı Ümmü Cemil peygamberin kulağına “Senin Allah’ına inanırsak, bize ne faydası olacak?” diye sordular. Peygamberle arsızca pazarlık yapan bu alevli dildi belki de şeytan.
Lut, kalabalığa kızlarını işaret ederek: “Alın kızlarımı size vereyim, kızlarımla nikâh kıyın…” demişti. Tabiatın akışına aykırı hareket eden kalabalık ise “Biz kadın istemeyiz. Bize o erkekleri ver.” demişti. Lut’un yüzünü kızartan Sodom ve Gomore idi belki de şeytan.
Cahiliye Arabı’na göre yazdıkları mısralarla muhataplarını büyüleyen, şairlerin ruhlarını esir alan güçtü belki de şeytan.
Tarihi seyir içerisinde, insanoğlunun nasıl büyük kötülükler yaptığını düşündü. İnsanın kötülük iktidarı ne kadar güçlüydü. Belki de şeytan insandan daha masumdu. Oysa kavli ayetlerde insanlara, şeytandan korunmak için bir işe başlarken Mutlak Kudret’in adını anmak gerektiği öğütleniyordu. “Şu halde şeytan da çok uzun yıllardan beri insandan korunmak için besmele çekiyordur.” diye düşündü. Beynini sünger gibi emen sorunun cevabını bulmuş olmanın verdiği huzurla günlerden sonra ilk defa gülümsedi. Evet, şeytan insanın bizzat kendisiydi.
(-Ayarsız- dergisinde de yayımlanmıştır.)
Fırat KÖKLEN
Harika bir analiz olmuş Fırat hocam. Gerçekten tarih, felsefe, edebiyat üçgeninde beyin fırtınası yaptırdığın için teşekkürler. Ve nihayetinde sözün gücünü hissettik...
YanıtlaSil