DARBE
Darbelerin her türlüsüne karşıyız, olmalıyız da.
Yiğit, düştüğü yerden kalkar. Ama yiğit düştüğü yeri bulamıyor! Yoksa ayağa kalkacak.
Aklı ve bilimi Endülüs’te bıraktıktan sonra, Endülüs İspanya oldu. Karanlığa gömülmüş Avrupa, Kilise’nin ve Papazların hegomanyası altında ezilen, endülüjans belgeleri ile cennetten tapu dağıtılan dip dalgalarını yaşamaktan kurtuldu. Aydınlanma çağına girdi. Martin Luther gibi kahramanın yaktığı ateş, karanlığı aydınlatmaya başladı. Rönesans ve Reform hareketleri ile akılda, bilimde, sanatta, edebiyatta, müzikte, sporda, sanayide vs ileri gitmenin adımlarını atmaya başladılar.
-Ne ile?
-Yaktıkları Endülüs’ün kütüphanelerinden arta kalan 5-10 eserin yardımı ile…
-Peki biz ne olduk?
-Biz ise aklı ve bilimi bir kenara bırakarak büyük alimlerin, ulu zatların, tartışmasız ve kesin bilgi sahibi ledün alimlerinin, ilham yolu ile hala vahiy alan Allah ile görüşen! Peygamber ile görüşen! güya ermiş veli zatların/alimlerin etkisine girdik.
Sarayın ve padişahların yanına onlar monte edilmeye başlandı. Her başarının manevi mimarı onlar olarak sunuldu. Sina çölünü geçen Yavuz’un atının ipini Allah Resulü çekti!
Fatih’in kendi dahiyane top projeleri çizmesi ile üretilen toplarla surları yıkması, masallar kadar değer görmez oldu. Gemileri karadan yürüten inanmış ve adanmışlığı ile Bizans dize getirilip, İstanbul fethedilmiş iken Akşemsettin bu işi başardı, diye sunuldu. Bilimsel çaba ve gerçekliğin, akıl yürütme emeklerinin üzeri örtüldü. Padişahlar uluların hizmetkarı gösterilerek yüceltildi. Başarılarını onlara bağlı kalmalarına muhtaçtılar, şeklinde bilgiler tarihi vesika oldu. Fatih tarikat ve tekkelerin mal varlığına el koydu. O nedenle pek hazzedilmez oldu. Resmini yaptırması, hem de İtalyan yani ecnebi bir ressama yaptırması affedilemez günahı gibi takdim edildi.
Peşinden gelen 2. Bayezid, onların mal varlığını iade etti. Uyuşturucu bile kullanmasına rağmen, Bayezid-i Veli ilan edildi ve künyesi o şekilde lanse edildi.
Yenilikçi ve aydınlanmacı 2. Mahmut, “Gavur Padişah” ilan edildi. Abdülhamit batıya yöneldi, başarılı olamadı. Çürümeyi fark eden pek çok padişahın hamleleri, sesi gür çıkanlarca bastırıldı. El yazması eserlerinin kıymeti olmayacağı ve mesleklerinin ortadan kalkacağı için din adamı ve ilim adamı kılıklı sahtekarlar “Matbaa gavur icadıdır. Dinde yeri yoktur, günahtır.” diye fetva çıkarttırdılar. Matbaa'nın ülkemize 200 yıl geç gelmesine neden oldular.
Sultan Abdülaziz’in Avrupa ziyaretinden önce, -Gavur topraklarına basmak haramdır!- diye ayakkabılarının altına vatan toprağı(!) koymak için fetva yarışına giren o sahtekar güruh, yerini daha da sağlamlaştırdı.
Ne büyük bir gelişme, ne büyük bir buluş, ne büyük bir çığır değil mi? Doğal olarak, bunların fikir babaları da ne büyük bir alim oluyor?
Oysa her dönemde olduğu gibi, ALLAH ile kandırıyorlardı.
Dahası meleklerin bacaklarını gözetliyorlar bu zındıklar, diye Rasathane yıktırılacaktı. Çok büyük hizmetlere(!) imza atıyorlardı, mübarek ulu zatlar... Bizde rüya ve zan ilim olmuştu artık. Avrupa başını almış giderken, biz nal toplamaya devam ediyorduk…
Çökmüş, harap olmuş, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden aydınlanmacı ve yenilikçi bir güneş doğmaya başlıyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları, Kuvayı Milliye hareketi ile halkın iradesinin önünde hiç güç tanımayan, milletin geleceğini yine milletin azim ve kararının kurtaracağını haykırıyordu.
Her türlü başarıyı kendilerine mal eden ama bir türlü Sarıkamış’ta on binlerin donarak şehit olduğu harekatta ortaya çıkmayan ululardan bizi kurtarıyordu. Bağırsakları gaita dolu insanların asla Allah ile Peygamber ile görüşemeyeceğini, onların Levh-i Mahmuz’a erişemeyeceğini tescilliyor ve hayatta en hakiki mürşidin ilim olduğunu, “ikra=oku” mesajının tefsiri olarak gündemimize sokuyordu. Hem de öyle ki, devrinde Albert Einstein bile ona mektup yazarak aydınlanma hareketine bayıldığını, bulunduğu ülkelerde sorunlar yaşadığını ve fikri vicdanı hür nesiller yetiştirmek için oluşturduğunuz iklimi teneffüs etmek istiyorum. Ülkenize gelmek istiyorum, diyecekti. Ve gelmişti de… Üç yıl İstanbul Üniversitesi’nde ders vermişti.
Lakin Atatürk, o sesi gür çıkan, Allah ile aldatan güruh tarafından deccal ilan ediliyor. İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne üye olarak zamanın dış güçlerinin maşaları, din elden gidiyor, tekke ve zaviyeler kapatılıyor, harf inkılabı ile Kur’an'la bağımız koparılıyor yaygarasını koparmaktaydılar. Amaçları milli direnişin gücünü kırmaktı. Olmadı Kürt Teali Cemiyetleri adı altında etnik ayrımcılık yaparak milli birliğimize kurşun sıkıyorlardı. Bunlar içinde kimler vardı?
Şeyh Said, Molla/Seyit Rıza, Said Nursi, İskilipli Atıf, Mustafa Sabri Efendi vs. İşte onlar da zamanının Fetö 'süydü. Ama hepsi Necip Fazıl’ın -Son Devrin Din Mazlumları- eseriyle aklanıyordu! Hepsinin ortak paydası yine Allah ile kandırmaya dayanıyordu…
Kadir Mısıroğlu’nun tarihi ile bunlar bize -mücahit- ve -İslam Alimi- olarak çakılırken, direnişin milli kahramanı M. Akif, tukaka ilan ediliyordu. “Ne korkacağız lan. Sen kimsin?” Diye üzerine palto alamadığı bir dönemde İstiklal Marşı için Meclis'çe kendisine hediye edilen 500 lirayı orduya bağışlayan M. Akif Ersoy’a dil uzatan bu zat! Kayırmacılıkla Boğaz’da yalı kafeterya kiralayarak yattığı yerden para kazanacak ve halen taltif görecekti!
Cumhuriyetin kazanımları ile güzelim ülkemizi -Tanrılar Cumhuriyeti-ne çeviren bu ululardan ve onların yapılaşmalarından kurtulmadıkça daha çoook fetöler çıkar ve çıkacaktır da… Çünkü mücadele doğru zeminde yapılmıyor. Bu yapılaşmalar siyaseti, ticareti, tedrisatı, adaleti, bürokrasiyi ve orduyu ele geçirerek ahtapotun kollarını uzatmaktadırlar. Uzatılan bu kollarla düğmeye basıldığı anda bizi boğmak istemektedirler. Bu kolların uzamasının sakıncalarını dile getirenler ise her dönemde din düşmanı, sapık, zındık gibi gösterilmektedir. Kuşatma altında olan Diyanet ve İlahiyat Fakülteleri de (kesinlikle top yekun değil) sesini gür bir şekilde çıkaramıyor.
Hasta, sedyede kan beklerken onun damarlarına içinde narkoz bulunan serum fizyolojik zerk ediliyor…
Bugün 15 Temmuz! İki gün önceki Cuma Hutbesi’nde olduğu gibi bugün herkes geçmişte öve öve bitiremedikleri fetö ye saydırıyor! Saydırıyor da bu, buz dağının görünen kısmı…
Görünmeyen kısmı ve yiğidin düştüğü yeri göstermeyen mücadelelerle günü anmak, asla onu anlamak değildir. Ben ve eğitimci de karınca kararınca görünmeyen kısımları, yiğidin düştüğü yeri göstermekle mükellefiz. Sunumuma başlarken darbelerin her türlüsüne karşı olduğumuzu ama içindeki çürükleri, cuntacıları ayıklamak koşulu ile asker ve ordumuzun yanında olduğumuzu da belirtmek isterim...
Hayati Yaman
Bir 15 Temmuz yazısı idi. Çok beğeni almıştı. O zamanlar henüz bloğumuzu açmamıştık. Sağ olsun bir öğrencim derlemiş ve mutlaka blogta bulunsun diye düşünüyorum hocam dedi. Biz de sosyal medyanın meşhur dili ile, "Bu da burada bulunsun." dedik...
YanıtlaSilBu millet tarih boyunca ne çektiyse aklı ve bilimi ihmal ettiğinden, hurafeleri ve din bezirganlarının zırvalarını din sandığından çekmiştir.
YanıtlaSilGazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde başlatılan son bin yılın en büyük aydınlanma hareketi yine kutsal değerlerimizi çarpıtan sahte itibar sahibi hurafeciler eliyle karartılarak özelde Türk milleti, genelde de İslam ümmeti kargaşaya, karanlığa, cahilliğe ve sefalete mahkum edilmiştir.
Sayın Hayati öğretmenimizin ifade ettiği gibi "Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" sözü Kur'an'ın "ikra" (oku) emrinin tefsiriyken ve ilk emri "oku" olan bir dinin mensupları hurafeleri okumaya, akla ve bilime tercih ettirildi.
"Hayatta en hakiki mürşit ilimdir" diyen Atatürk mü
"İlim müminin yitik maldır, nerede bulursa alsın!" buyuran peygamberin gerçek müminidir, yoksa O'nu deccallıkla itham eden kaba yobaz, ham softa mı?
Yürekli bir bilge olan, dünya ve ahiret kardeşim Hayati Bey bu fevkalade aydınlatıcı yazısı ve tespitleri için sağolsun, varolsun!
İbrahim ÖZMEN / Ankara
Allah razı olsun abi. Beni uyandırıyorsun. Bilgelik bizim yanımıza yöremize uğrar mı ola? Bilgelere talebe olsak ziyadesiyle kâfidir. Desteğin ve alakan için minnettarım. Dünya ve ahiret kardeşliğimiz baki olsun inşallah...
SilSadece bir ayeti okumak anlamak,yeterli olacaktı kandırılmamak için,kandırmak için ise ellerinden geleni yaptılar,hatta bugünde olduğu gibi ayetlerin gerçek anlamlarını değil kendi uydurdukları anlamları hutbelerden anlatmaya başladılar,
YanıtlaSilFatır suresi-5.ayet:
Ey insanlar! Allah'ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, çok aldatıcı (şeytan) da sizi Allah hakkında aldatmasın.
(35-FÂTIR Suresi 5.Ayet)
Bu ayetin içerisinde parantez ile yazılan şeytan kelimesi ayetin orjinalinde yoktur gerçek manası Aldatıcının hiçbir türü diye geçer “el-garuru”yani aldatıcılar,bu kelimenin içerisine hayati hocam seninde isimlerini zikrettiğin saidi nursi/şeyh said/molla rıza/iskilpli atıf/mustafa sabri efendi gibiler de girmekte sadece şeytan değil yani ve bunlara karşı bizleri 1400 küsür yıl önce Rabbimiz resulune ve dolayısı ile bize gönderdiği ama sadece sözde alimlerin değil tüm kullarının anlayarak araştırarak okumasını istediği Kuranı Keriminde uyarmış ama biz körü körüne atalar dinine saplandık kaldık ve etkilerinden çıkamadık onların yanlışlarını kendimize doğru kabul ettik,onun için diyorumki işte sadece diğer tüm ayetler gibi bu birtek ayet hem geçmiştekilere hem bugüne hemde gelecek nesilin hiçbir sözde yalancı alimler şeyhler,sofiler,ermişler ,siyasetçiler,din istismarcıları vs tarfından kandırılıp aklımıza hükmedip yeni bir 15 temmuz vakası yaşanmaması için güzel uyarıdır
Eyvallah kardeşim. İlgi alâka ve desteğin için teşekkür ederim. Vahyin nuruyla bakanlara, görmek ve bakmak arasındaki farkı görenlere selam olsun...
SilSiz ey insanlar! İyi bilin ki Allah'ın vaadi gerçekleşecektir! Şu halde dünya hayatı sizi asla ayartmasın! Dahası aldatıcının hiçbir türü sizi Allah ile aldatmasın!
YanıtlaSil(35-FÂTIR Suresi 5.Ayet)
İman ettik ve tasdik ettik. İnşallah aldatılan olmayacağımız gibi aldatan da olmayacağımıza şahit olur bu ayet...
Sil