İNATLAŞMA VE MAĞLUBİYET

 


Kültürümüzde büyüklerimizce sıklıkla dile getirilen bir söz vardır; “Malım evlatlarıma, sevgim torunlarıma!” diye… Bu sözün ne anlama geldiğini ancak dede ve nine olduğunda anlar insan, diye düşünürdüm. Oysa torun büyütecek yaşta, çocuk büyütenler de anlarmış! Ben onu öğrenmiş ve anlamış oldum. 

Neredeyse torun büyütecek yaşta tekne kazıntısı bir evladımız oldu. Yavrucuklarım diye hitap ettiğim öğrencilerimden evlenen ve çoluk çocuğa karışanların kuzucuklarını da ‘torunuma iyi bakın’ tembihleri ile seviyorum hep… Hatta bazılarıyla özelden yazışarak tecrübe ve birikimlerimizi, güncel ve yeni nesil öğretilerimizi karşılıklı aktarıyoruz da birbirimize! 

Gelelim yukarıda zikrettiğim sözden anladıklarıma! Meğerse genç ebeveynler çocuklarına daha az tolerans tanıyor ve daha katı davranıyormuş. Dede ya da nine olunca torunlarına olabildiğince toleranslı, sevgide, ilgide, şefkat ve merhamette neredeyse sınır yokmuş! 

Ben büyük çocuklarıma, henüz 3,5 yaşında olan Talha Muhsin kadar hoş görülü ve tahammüllü davranmadığımı anladım. Aslında onları büyütürken onlara bu denli hoş görülü yaklaşmadığımın farkında değildim. Şimdi kıyasladığımda yaşımın getirmiş olduğu olgunluk ve olaylara bakış açımdan kaynaklı değişikliğin bir tezahürü olarak görüyorum. Dolayısıyla dede ve ninelerin neden torunlarınca daha fazla sevildiğini, anne ve babaların kural aşımlarında çocuklar için onların neden güvenilir bir liman olduğunu daha iyi anlayabiliyorum. 

Hatta öyle zamanlar olurdu ki hem annem babama, hem kayınvalidem ve kayınpederime, “Ebeveynler olarak çocuklarımız üzerinde bizim koyduğumuz kuralların aşındırılmasına yol açacak davranışlarda bulunmayın lütfen!” diye müdahale ettiğim de çok olmuştur. 

Çocukla inatlaşmanın bir anlamı yoktur. Çünkü er ya da geç mağlup olacaksındır…

Yapamayacağımız şeyleri bir yasak ve tehdit olarak kullanmak, çocuğun karakterinin şekillenmesinde zayıf ve eksik bölgeler oluşturur. Örneğin, bak bir daha böyle yaptığını göreyim seni mahvederim. Kırarım bacaklarını, öldürürüm seni vs tarzında şiddet içerikli sözcüklerin uygulamada karşılık bulmadığı bir gün mutlaka çocuk tarafından anlaşılacaktır. Zamanla “Babam değil mi, aman der der geçer!”, “Anneme bakma sen, unutur ve yapmaz nasıl olsa!” algısı çocuğun zihninde yer eder. 

Doğru olan ise son derece sade, anlaşılabilir ve az maddeden oluşan kurallar ve o kurallara harfiyyen uyma örnekliği; uyulmadığı takdirde büyük küçük herkesin uygulanabilir fakat farklı dozajda ve mahiyette cezalara çarptırıldığı gösterilmelidir ki, çocukta kararlılık ve düzgün karakterlilik ortaya çıksın. 

Ama sözümüz ve davranışımızda çelişkiler olursa, teklif ettiğimiz önerileri kendi örnekliğimizle çocuğa sunmazsak, hatalı ve kurallara uyulmadığı takdirde cezalarımızı gerektiği ölçüde çekmezsek, elbette çocukta tutarsızlık ortaya çıkacaktır. Sonrasında ortaya çıkan davranış bozukluklarını gidermede; istersek inatlaşarak çözmeye çalışalım, istersek daha ağır cezalar koymaya kalkalım başarısız olacağız ve sonuçta çocuğumuz bizi mağlup edecektir. Bunu unutmayalım. İlk inatlaşmada ve ardından gelen bir kaçında sorun çözülüyormuş gibi gözükse de, er ya da geç bizdeki gevşemeyi, tutarsızlığı gören çocuk, onu bir silah olarak kullanacak ve bizi yenecektir. O nedenle bir konuda çocukla inatlaşmaya girmemek, otoritemizin sarsılmaması hususunda önemli bir kriterdir. 

Bunu eğitim modellemesinde ve sınıf yönetiminde öğrenci-öğretmen ilişkisine de uyarlayabiliriz. Öğrenci tarafından anlaşılabilir ve uygulanabilir kurallar koymak, kurallara uymadığı takdirde eyleminin hangi cezaya karşılık geleceğini bilmek, kararlılıkla ve adil bir şekilde kuralların işletildiğine tanık olmak sınıf yönetiminde öğretmene, okul yönetiminde idareye karşı öğrencide güven duygusu geliştirir.

Ha siz bunu Devlet ve Vatandaş ilişkisine de uyarlar mısınız? “Kültürümüzde devlet baba ciddiyeti ve devlet ana merhameti de vardır hocam.” der misiniz? Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan öğrenci protestoları ve hemen hemen çoğunun kendi yaşıtlarında olan devletin kolluk kuvvetleriyle karşı karşıya getirilmesi olayları arasında ilişki kurar mısınız, onu bilemem? O da sizin hayal dünyanıza emanet!

Ama şunu bilirim ki; kurumsal anlamda devleti yönetenlerin vatandaşlara karşı tutumu, kendisini devlet yerine koyarak, sahip gibi davranarak, halka tepeden bakan bir anlayışla olmamalıdır. Kendilerinin geçici, devletin kalıcı olduğunu bilerek ve yönetsel görevlerinin o günkü emanetçileri oldukları bilincine dayanan yaklaşımla olmalıdır. Süreç içindeki yanlışlarının emanetin gerçek sahipleri olan vatandaşa çok ağır bedeller ödeteceği unutulmamalıdır. 

İnatlaşmadan uzlaşmacı bir yaklaşımla otoriteye saygı ve bağlılığı arttırma yönünde atılan adımlarla sorunların çözüme kavuşturulması halinde barışçıl bir ortam ve huzur yakalanmış olacaktır. Öyle bir ortamda ise halkın devletine olan güven duygusu pekişecek, gençler geleceğe dair umutlarını her zaman diri tutacaklardır…

Kim, kime karşı inatlaşıyor ve kim mağlup olacak? Bu film kaç kez sahnelendi ülkemizde? Ne zaman aklımızı başımıza devşireceğiz, bilen var mı?


Hayati YAMAN


Yorumlar

Popüler Yayınlar