Rize mi Ablam?
- -Sekiz'de biniyorum. He, he... Yok bir ihtiyacım! Tamam hadi görüşürüz.
Telefonu kapattım, otobüs bagajına valizlerimi yerleştirebilmek için. Muavin, somurduğu sigarası dudaklarının kenarında:
- -Abla nereye?
- -Rize
- -Abla yan tarafa geç arkadaş halletsin. Dedi ve çömez muavine pasladı.
Valizleri yerleştirip, otobüse bindim. 17 numara cam kenarı.. Usb girişine telefonu takıp cama doğru baktığımda kir belli oluyordu. Yağdı o.
İnsanların her biri hayal kurar, o cam kenarına başını koyduğunda... Ezilmiş memur, iş yerindeki amirine tokat atacağı günü hayal eder. Sıradan, en güçlü olmayı hayal eder. Liseli sevdiği kızı sevgilisinden nasıl ayıracağını... İşte o kir; görünüşte saçların yağı, derinde ise insanın ne kadar potansiyel kötü olduğunun kanıtıydı! Acaba Karun'a neden kızarız? Yoksa onun gibi zengin olamadığımız için mi? Neden güçsüzün ezildiğini haykırırız? Yoksa güçlü olamadığımız için mi? Ellerine fırsat geçemediği için masumu oynamak, insanoğlunun en iyi rolüydü. Eline fırsat geçse tarihinin yeni Hitler’i olacak insanların, özgürlük ve demokrasi çağrıları ne kadar garip değil mi?
Ben de bu kir tabakasına katkılarımı sunarken, otobüs çoktan yola çıkmıştı. El sallayacak biri olmadığı için fark edememiştim bile... Hatta bu dalgınlığımı, muavin servis için bozdu.
- -Çay alayım.
- -Tabi, şeker?
- -Teşekkür ederim, bi' de zahmet olmazsa su alabilir miyim?
Annem olmadan çabaladığım bu 4 senelik düzen, gerçek düzenin nasıl işlediğini gözlerimin önüne serdi. Annemin cenazesi ardından, bu aptal düzenin mekanizmasında çarkların kimler tarafından döndürüldüğü apaçık tecrübelerle sunuldu bana! İlk önce kendimden başladım. Asla yapmayacağım dediğim ne varsa yaptım. Ülkücüydüm, asla Ahmet Kaya dinlemem dedim. Şarkısı "Hani Benim Gençliğim"de o anne dedikçe, ben toprak oldum. Okulumu doğru düzgün okuyacağım dedim. Hazırlıkta ilk dönem arka sıraların hanım ağasıydım. Müslümandım alkol almayacağım dedim, içtim. İçip eve gelmişim, annemin odasına girmişim, odada sabaha kadar ağlayarak annemi aramışım. Kardeşim anlatır. Sonradan çok güldüm tabi... İçkiden nefret ediyordum. Annem, babamdan dayak yediği günlerden birinde hastaneye kaldırılıyor ve... O geceden sonra hayatım yoktu artık, ilaçlarla ayakta durmaya çalışan bir ben vardı, o kadar. Kapı aralarından annemi dövüşünü izlerdim, çok korkardım, bu yüzden özgüvensiz büyümüştüm. Saçlarından tutup yerlerde sürüklediği günler, seneler geçse de hala gözümün önünde. Üniversiteyi bu yüzden okudum. Bir mesleğim olması için... Annemin gidecek yeri yoktu, katlanmak zorundaydı. Benim ve kardeşim için. Olmadı, dayanamadı... Ben bir şeyi çok iyi anladım. Bir kadının böylesi ucube bir insan topluluğunda en büyük serveti, yüksek mevkili, hatta onu da geçtim sıradan bir mesleği olmalıydı.
Ben artık nefret ettim insanlıktan. Kendi çıkarlarını ahlaksızlıkla yoğuran bir türün mensubu olmak, benim için utanç vericiydi. Çarklar, mekanizmalar ve insanlıktan nasip almamış yaratıklar tarafından öğütülen insanlar. Ve elbette ki annem...
Neden bu mekanizmanın bir çarkı olmak zorundaydım? Neden bu acı veren yolculuğa tahammül etmek zorundaydım? Bunca acının eşiğinde kendimi yok sayamaz mıyım? Nedir beni yaşamaya sürükleyen? Para, güç, makam, yakışıklı koca, kariyer sahibi evlatlar, ev, bark... Bunlar çok güzel şeyler elbette ama ben boşluktayım artık. Kimsesiz, sonsuz, vicdansız ve sorgulatan bir boşluk. Derin acılar çekmeyen biri için bu boşluğa düşmek imkansızdı. İmkansız! Bu boşluktaki biri için o saydıklarımın hiçbir anlamı yoktu. Ben neden beni siyaha boyayan bir düzenin çarkı olmalıydım?
Koltuktaki tablette bir film oynuyordu. O kadar dalmıştım ki düşünmeye! Sesi bile hissetmiyordum. Filme baktığımda adamın biri elindeki çanta dolusu para ile yatırım yapmak istiyordu. Heh, işte buydu... Bahsetmek istediğim tamamiyle buydu. Sen bir yere yatırım yapacaksan, o yere yatırdığın paradan daha fazla para kazanmak için yaparsın. Bense acılarla boğuştuğum bu hayatta mutluluk için mücadele etmeliymişim, öyle diyorlar. Mutluluk, acılar için verilecek en küçük hediye... Bu dünyadaki acılarına karşılık, hak edebileceğin tek hediye, ömrünün ardında kalan mutluluk değil, sonsuz mutluluk... Bu düzenin mutlu sonsuzluğunu da verebilecek tek biri var ki O da Allah... Şayet inanmıyorsan çabanın da bir anlamı olmamalıydı, o vakit...
Koltuktaki tablette bir film oynuyordu. O kadar dalmıştım ki düşünmeye! Sesi bile hissetmiyordum. Filme baktığımda adamın biri elindeki çanta dolusu para ile yatırım yapmak istiyordu. Heh, işte buydu... Bahsetmek istediğim tamamiyle buydu. Sen bir yere yatırım yapacaksan, o yere yatırdığın paradan daha fazla para kazanmak için yaparsın. Bense acılarla boğuştuğum bu hayatta mutluluk için mücadele etmeliymişim, öyle diyorlar. Mutluluk, acılar için verilecek en küçük hediye... Bu dünyadaki acılarına karşılık, hak edebileceğin tek hediye, ömrünün ardında kalan mutluluk değil, sonsuz mutluluk... Bu düzenin mutlu sonsuzluğunu da verebilecek tek biri var ki O da Allah... Şayet inanmıyorsan çabanın da bir anlamı olmamalıydı, o vakit...
Bu on-on beş cümlelik düşüncelerimi kendime ifade edene kadar saatler geçmişti.
Saatler...
Bu düzende öğrendiğim bir şey daha vardı. Kim olursa olsun, içimde yanan alevin kıvılcımından daha öteye geçemezdi. Yapayalnızsın, tek başınasın .Bunu fark ettiğimden beri kimseye anlatamadım derdimi. Ben insanlıktan babam sayesinde nefret ettim ve ardını hayatıma giren tüm insanlar tamamladı. Hayatımda olanlar sanki benim suçummuş gibi, anlatamadım kimseye. Anlatsam da daha sonra bunları başıma kaktılar ve işte o an insanlıktan nefret ettim...
Tek mutluluğum Kadıköy’de içtiğim birayı Berkecan'a kitlemek, tek mutsuzluğum sivilcemin çıkmasıydı. Berkecan'ın bana bakmaması, içimi acıtsa da, öyle tipler olmayı çok isterdim.
Depresyondan çıkmayı, intihardan vazgeçmeyi çok isterdim. Ama babamın yeni eşini görmeyi, o kadının beyaz gelinlikler içindeki gülen yüzünü ilk ve son kez görmeyi ise her şeyden çok istiyorum...
-Sayın yolcularımız, Rize otogarına girdik, yolculuğumuz sona erdi. Sabah-ı şerifleriniz hayırlı uğurlu olsun.
Hayırlı, uğurlu!!! Hadi ya! Cidden mi???
-Salih Ekenel
-Salih Ekenel
Berna Moran der ki "bizim neden suç ve cezadaki Raskolnikov gibi "150 milyonun tanıdığı karakterlerimiz yok ? Cevabı basittir aslında. Tüm insanların ortak duygularina, hislerine ve ihtiyacına cevap verecek eserler o dönemde yayımlayamadık. Ama hayatı hocamizin desteği, sizin azminizle daha nice guzel eserler çıkaracaksınız. Saygılarımla Ergün Ömrüuzun
YanıtlaSilabimmmm ��
SilÇok güzel bir düşünce����
SilHarika bir öykü olmuş evlat. İlerde senaryo metinlerinden bir buket de sunarsan sevinirim. Zira her ne kadar hayat felsefemiz; iltimas, sınıfsal ayrım, aracılık, torpil ve hamili kart yakınlarından nefret etmeye dayanıyorsa da...
YanıtlaSilSeni, şahsi hesaplarımdan ilerde imza için sıraya girdiğinizde "Seni/sizi Monera'dan yolculuk'tan tanıyorum efendim" dersiniz. Çünkü o geleceğin senaristi, yönetmeni, oyuncusu olacak inşallah, dedim...
Onları yanıltmadığımı görsünler istiyorum yiğidim...
hocam cok tesekkur ederim desteginiz icin. Aman hocam imza atacak kadar sohret olmamam ben :))))
Silgüzel bir öykü ama psikolojik tahliller çok sıkıntılı. tüm insanlardan nefret eden annesini kaybetmiş bir üniversite öğrencisi. şu soruyu sormakta yarar var tanrı bu dünyada hiç mi güzel bir şey yaratmadı. öyküde yüksek depresyon yaşayan ve ağır travmatik durumlar yaşayan bir kişinin tasvirinden ileriye gidilmemiş. yine de güzel bir öykü geliştirilebilir.
YanıtlaSilŞahane bir tespit ve eleştiri. Cok tesekkur ederim size. O yanim hep eksiktir, ya asiri depresiftir karakterim ya asiri mutlu. Ortasini tutturana kadar devam :)) yeter ki elestirilerinizi esirgemeyin.
SilHer ne kadar bazı şeyler tam yerine oturmamış ve bazıları da belirsiz kalmış olsa da tasvirleri gayet başarılı.
YanıtlaSilAile içi problemlerin oluşturduğu ve ömür boyu sürecekmış gibi yansıtılan derin travmanın anne figürü üzerinden anlatılmasındaki psikolojik tahliller çok çarpıcı bir şekilde okuyucunun zihninde canlanıyor.
Ayrıca içinde yaşadığımız toplumun erkek egemen anlayışının kadını bir lokma ekmeğin esiri edip ne kadar zayıf ve çaresiz bıraktığı trajik bir dille başarılı bir şekilde tanımlanmış.
Genç yazarımız belki de en derin toplumsal yara olan kadına şiddet ve bunun çocuklar üzerindeki kalıcı tahribatlarını gözler önüne sermek suretiyle çok önemli bir iş başarmıştır.
En değerli varlık olan annenin hiç haketmediği şekilde aşağılanması ve şiddete maruz kalmasına şahit olmanın çocuklar üzerindeki kekremsi çaresizliği öyle başarılı bir şekilde tasvir edilmiş ki bu kadarı bile yazarını alkışlatan bir başarı levhasıdır.
Lütfen yazmaya devam edin.
Burada denemelerini okuduğumuz diğer genç kalemler gibi sizde de sağlam bir kaynaktan beslenen parlak bir ışık var.
Bu platformda yazan gençlerimizin ve bu gençlerimizi böylesine güzel işler yapmaya özendiren Hayati Bey ögretmenimizin gayret ve medeni cesaretleri bile her türlü övgü ve alkışı hak ediyor.
Kalemlerinden süzülen bal damlası misali edebiyat lezzetleri de cabası.
Kaleminize ve yüreğinize sağlık!
Kutlu olsun!
İbrahim ÖZMEN-Ankara
Benim çok katkım olduğunu düşünüyorum abi. Belki sadece onlara yol açmak, diyebiliriz. Ondan sonrası çorap söküğü gibi geliyor. İlgi ve alakam bizi, özellikle öğrencilerimi ziyadesiyle memnun ediyor. Sağ ol var ol, İbrahim Özmen ağabeyim...
Silcok tesekkur ederim, bize motive olarak cok yardimci oluyorsunuz.. :)
SilGerçekten çok hoş bir hikaye olmuş emeğinize sağlık :)
YanıtlaSilİnsanın ruhuna ayna tutan bir hikaye olmuş her okuyucunun okurken kendine hitap edicek bir tarzı benimsiyor çok muntazam olmuş başarılarınızın devamını dilerim 👏
YanıtlaSil