KARA ELMASTAN KAZANILAN EKMEK VE SİYAH DÜŞLER


    


Çok soğuk bir gündü. Kış mevsiminin en soğuk olduğu kasım ayının sonlarıydı ve günlerdir yoğun bir şekilde yağan kar dinmişti. Hava açıktı artık, Ay ışığı da gökyüzünü aydınlatıyordu ama Aybars’ın dağların üzerindeki karları net bir şekilde görebilmesi için yine o uzaktaki dağların arkasında gizlenen güneşin çıkmasını sessizce beklemeliydi. Kar yağarken radyodan işitilen anlamsız cızırtılar, havanın dinginliği ile yerini kısa dalga radyo frekanslarından yanık türkülere bırakmıştı. Aybars camdan bakınca, yol kenarında durmuş bir arabanın yavru kediye sığınak olduğunu fark etti. Kara kedi tekerin iç kısmına uzanmıştı. Belli ki, motorun sıcaklığını hissettiği zamanlardan beri orayı yuva edinmişti! Cadde hep olduğu gibi erken saatlerde yine hareketsizdi. Erkenci insanlar bu soğuğa rağmen arı gibi uçuşuyordu. Çalışmak onlar için rutin bir aktiviteydi ve işlerinin başında olmalıydılar. Soğuğa kendilerini bir saatten sonra alıştırıyorlardı. Aybars kış mevsiminde hem güneşin doğuşunu, hem de batışını camdan seyretmeye bayılıyordu! Hele etraf kar beyazına bürünmüşse kızıllık ve beyaz, ay yıldızlı Albayrak motifleri oluştururdu zihninde!

 

Güneş ışıklarını kapatmadan önce bulutların üzerinden turuncu ışıklarıyla veda ederken, havanın yavaş yavaş karardığı anlarda camın karşısındaydı Aybars o gün de! Kapının ‘’Tık, tık’’ vurulma sesini duyunca, güneşin batmasını izlemeyi bırakıp camın önündeki divandan kalktı. Divanın sert yastıklarını düzeltti. Pencerenin sürgülü camını yukarı kaldırdı, evin içine doluşan soğuktan dolayı irkildi. Ama ona rağmen Aybars başını dışarı çıkarıp aşağı baktı. İki katlı ahşap cumbalı evlerinin penceresinden…

 

Ardından fırladı divandan aşağı, radyoyu kapatıp kapıya doğru koşmaya başladı. Çünkü Aybars, kömür madeni ocağında çalışan babasının geldiğini görmüştü. Ayakları poposunu döverek koşarken nereye bastığını dahi bilmeyen sevinci ondandı. Babasını güler yüzle karşılamalıydı. Babasının işi yer altındaydı ve madencilik çok riskli bir meslekti. Aybars, yerin üstünü altından çok daha neşeli ve anlamlı kılmalıydı babasına…

 

“Bana öyle geliyor ki -Ekmeklerini taştan çıkarıyorlar.- deyimi babam gibi madenciler için türetilmiş olmalı.” derdi hep okulda arkadaşlarına ve öğretmenlerine!

 

Aybars kapıyı sevinçle açtı ve “Hoş geldin baba.” diye içeri davet etti babasını. Kenan Bey, içeri girmeden nasırlı ellerini ceplerinden çıkarıp üzerindeki karları silkeledi. Aybars paltosunu çıkarması için babasına yardımcı oldu ve onu sobanın üstündeki çamaşır askılığına astı. Babasına işten gelirken almasını tembihlediği misketleri sormak istedi ama babasının hali vaziyeti karşısında sormaktan vazgeçti. Bu arada babasının kahve gözlerindeki yorgunluk ve asık yüzü de dikkatinden kaçmamıştı. Dahası, Kenan Bey’in omuzları çökmüş ve yanakları al al olmuştu. Elmacık kemikleri, yanakları kızarınca daha da belirginleşiyordu babasının. Aybars az da olsa onun sakalını uzattığını fark etti. Kenan Bey elini yüzünü yıkamaya gittiğinde Aybars “kötü bir şeyler mi oldu acaba?” diye içinden geçirdi ancak bunu dile getirmek istemedi.  

    

Aybars: 

    

-Babacığım ben şimdi hemencecik sofrayı hazırlarım. Fakat sıcak sobanın üzerinde her zaman olduğu gibi çay hazır. O arada sen bir bardak çay içersen için ısınır. Üşümüşsün aynı zamanda… 

    

Kenan Bey derin bir nefes verip başını salladı. Sobanın üzerindeki paltosuyla meşgul oluyor, Aybars’a bakmıyordu. Çayı yemekten sonra içeceğini söyledi.

 

Sofranın masa örtüsünü dizlerine çekip oturdular. Aybars haşlanmış yumurtaları soyuyordu. Sonrasında bir tabakta onları dilimleyip maydanoz ile karıştıracaktı. Yumurta normalde çok sevdiği bir besin değildi ama maydanozla daha lezzetli oluyordu. Sobada ısıttıkları ekmekleri bölüp sofraya koydu. Ekmeklerin üzerinden dumanlar tütüyordu ve odaya çok güzel koku yayılıyordu. Babası ile annesi Aysel Hanım ayrılma aşamasındalardı. Son zamanlarda sebepsiz yere tartışıyorlardı. Annesi bir süre önce evden ayrılmış ve dedesi gile gitmişti. Kenan Bey işi dolayısıyla onlarla fazla ilgilenemiyordu. Sofrada ayrılık konusu açılmıştı ama Aybars bu konu hakkında konuşmak istemedi. Aybars sofrayı kaldırınca bu olanları ve ilerdeki mesleğini düşünüp durdu. Bunun için de mecbur daha çok ders çalışması gerektiğini anlıyordu. Mutfaktaki duvar saatine gözü ilişti, saat on sekizi çeyrek geçiyordu. Bu ona ödevlerini yapma zamanının geldiğini gösteriyordu. Ama o bu ayrılık olayına her çocuk gibi üzülüyordu. Ödevlerini eline alıp babasının uyuduğu kanepeye ses çıkarmadan bağdaş kurup oturdu. Babası kısık sesli de olsa horluyordu. İçine bir kurt düştü, içi daralıyor, her zamanki gibi elindekilere odaklanamıyordu. Çünkü babasının yarın işe gitmesi gerekiyordu. Kenan Bey’i dürttü Aybars. 

    

-Baba, ben kendimi kötü hissediyorum. Senin için kaygılanıyorum. 

    

-Benim için kaygılanmana gerek yok oğlum. Kendini düşünmelisin sen! Herkes bazen kaygılanabilir bu normal. Fakat sana yardımcı olacak bir baban olduğunu hep aklına getir. O zaman kaygı düzeyin azalır. Kendine iyi bak boncuk gözlüm. Yarın sabahtan itibaren her şey çok iyi olacak.  

 

-İyi geceler babacığım.

 

Aybars yarının olmasını iple çekerken yatağına gitti. 

      

Sabah olunca Kenan Bey erkenden kalktı. Orada bir şeyler yerim diye düşünüp paltosunu omuzlarına attı, anahtarı da cebine koydu. Karlara bata çıka yolda yürümeye başladı. Arabasını yani on yıllık arkadaşını sattığını ne zaman hatırlasa içi yanıyordu. Erken saatlerde adeta sokaklar da uyuyordu. Arabaların üzerleri buz tutmuştu. Kar, sis gibi beyaz bir şekilde yağıyordu. İşe gitme azmiyle üşümüyordu. Yine madenci arkadaşları yollara düşmüştü sadece ve maden girişine varınca selamlaştılar. Bütün isçiler kısa süre içerisinde orada toplandılar. Baretler, yelekler, küçük ışık aletleri başta olmak üzere, bütün ekipmanlarını yanlarına alıp kömür ocağının kapısından geçtiler. Geniş bir asansörle yerin metrelerce altına indiler.

 

Kenan Bey, baretini, botlarını ve ceketini asansörde giyindi. Asansörün içinin karanlık olmasıyla birlikte kazma ve kürek sesleri gelmeye başladı. Kara Elmas yanmış talaş gibi kokuyordu. Karanlıkta dizlerinin üzerinde ilerledi. Tren rayının az ilerisinde baretindeki küçük ışığı yakarak çalışmaya başladı. Vagonların gidişini ve gelişini görebiliyordu. Vagonları dolduran arkadaşları ile selamlaştı. Doğal çalışma koşulları gereği onların yüzleri ve elleri simsiyah olmuştu. Uzun süredir çalışmakta oldukları yorgun duruşlarından belli oluyordu. Çünkü gece gündüz farkı yoktu yerin altında. Mesai mefhumu gün ışığına göre ayarlanmazdı maden ocağında. Vardiya usulü ile tam zamanlı çalışırdı madenciler.

 

Herkes “Mola” diye bağırdı. Öyle yapılırdı mola zamanlarında! Oldukları yere çömelirler ve yanındakilerle ellerinde ne varsa bölüşüp yemeye koyuldular. Mola zamanları zevkli zamanlardı ama sohbetleri kısa tutarlardı. Çünkü çalışmaları lazımdı.

    

Kenan Bey, işinin başına geri döndü. Çok geçmeden topraktan gelen hareketlenme dolayısıyla toprak tavan kıpırdadı ve uğultu sesi duyuldu. Panik havası olmaya başladı. Herkes elindeki işi bıraktı ve çıkışa gitmeye çalıştı. Kenan Bey ise onları telaşla izlemekteydi. Derken aniden büyük bir patlama oldu ve bir saniye sonra toprak tavan büyük bir gürültüyle başlarına çöktü. Sıkışan ve yer altında biriken yanıcı gazın patlaması idi bu ses. Madenci, bunun grizu patlaması olduğunu bilir ve bir an önce kendisinden daha çok arkadaşını düşünme üzerine beynini çalıştırmaya başlardı…

 

Adeta tost gibi olmuşlardı. Toprağın yedi metre altında mahsur kalmışlardı. Sadece birkaç dakika geçince Kenan Bey, kendine gelmeye başladı ancak belleği bir hayli zorlanıyordu. Şokun etkisi altındaydı. Baretindeki ışık kırılmıştı. Etrafta soluk alış verişleri hissediyordu ancak onları göremiyordu. “Korkma” dedi kendine ve kendini iyi tutmaya çalıştı. Üzerinde demir parçaları vardı. Bacaklarını hareket ettirmeye çalışınca müthiş bir acı hissetti. Toprak azar azar üzerine dökülmeye başlayınca hareket etmekten vazgeçti. Bacakları galiba tren rayı ile vagon arasına sıkışmıştı. Serbest olan parmaklarıyla bacağını sıkıştığı yerden kurtarmaya çalıştı ama başaramadı. Eli bembeyaz olmuştu. Yerden kalkan toz görmeyi ve nefes almayı zorlaştırıyordu. Yanında ise görebildiği kadarıyla henüz o gün çalışmaya başlayan ve aralarına katılan genç, esmer bir delikanlı vardı. Delikanlının solgun yüzündeki dudağı onun ayağını sıkıştıran raya denk gelince patlamıştı. Onun az atan nabzını hissediyordu. Ona seslendi ama bir cevap alamadı. Bilincinin gidip gelmesiyle daha önce düşünmediği şeyler aklına geliyordu. Hatta ara sıra gördüğü rüyalarında pilot olup göklerde süzülüyordu. Bu onun hayaliydi. Ortaokulda hep katılmayı istediği ama katılamadığı resim ve şiir yarışmaları, karısının kalbini kırdığından duyduğu vicdan azabı, belki de şu an beraber enkaz altında olan bir ay önce tartıştığı iş arkadaşı, onunla helalleşebilme arzusu, rüyasında minibüste giderken üstünün simsiyah olmasından çekinip de ayakta gittiği iş çıkışları canlandı durdu gözlerinde… 

    

Dışarıdaki Ekip: 

    

-Sesimi duyan var mı? 

    

Galiba dışarıdan sesleniyorlar diye düşündü. Toz bulutu gözlerine ve ciğerlerine doluyordu. Bu onun çok susamasına neden olmuştu. Siyah kömür tozları havada geziniyordu. Aletlerin tangır tungur sesleri ayak sesleriyle karışıyordu. Zamanı merak ediyordu. Konuşanlardan kimse bu zor durumda kendini düşünmüyordu. Yanındaki arkadaşının yaşayıp yaşamadığını ona soruyordu. Çoğunlukla da dua ediyordu mırıldanan diller. Çünkü içlerinde yitmesi zor bir umut vardı cesur yüreklerde. Konuşamıyordu dahası nefes almakta bile zorlanıyordu.

 

Bir süre sonra çalışma aletlerinin gürültüsü ve dışarıdan gelen insan sesleri etrafı kapladı. İçeriden gelen sesler, makine seslerinden rahatsız oluyordu. Uyanık kalması gerekiyordu ama bir an içi geçti ve gözlerini kapattı. 

    

Uyandı, silkelendi kendine gelmeye çabaladı. Su istiyordu. Esmer genç yanında yoktu. En son onun soğuk vücuduna temas edince irkildiğini hatırlıyordu. O anda Kenan Beyin göğsüne bıçak gibi bir şey saplanıyordu. Acaba ne kadar zaman geçmişti? 

      

Kenan Bey en son kendinden geçtiğinde pes etmek üzereydi. Bir el gördü. Sonra da mavi gözleri siyah yüzünde belirgin olmuş bir yüz! O İtfaiyeci, maskesini Kenan Bey’in yüzüne yerleştirdi. Kenan Bey kendindeydi ama hareket edemiyordu. Galiba felç olmuştu. İtfaiyeci büyük bir risk alarak maskesini ona verince Kenan Bey direnmeye çalışmıştı. Ama o çabaları kendisini çok halsiz bırakmıştı. Bir bilinç kaybı daha geçirdi.  

    

Gözlerini açtı ama o itfaiyeciyi göremedi. Galiba en son onu yere yığılırken hatırlıyordu. Sedyedeyken yanına herkesten önce arama kurtarma ekibinden bazı kişiler ve bir iş arkadaşı gelmişti ama yüzlerini ve kim olduklarını çıkaramadı. Sonra ambulansın içindeyken ambulansın yarı açık kapısından Aybars ve Aysel’i gördü. Ağlıyorlar ve birbirlerine sarılıyorlardı. Bacağını demir çubuklarla sabitlemişlerdi. Felaket acıyordu. Koluna sivri bir cisim batırılmıştı. Kolunda da sabitlenmesi gereken kırıklar olduğunu anlamıştı. Bir hastanedeydi ve ona sarı renkli bir serum veriliyordu. 

    

Aradan üç yıl geçti. Kenan Bey tamamen iyileşmişti. Yaşanan o korkunç olayı sadece bacağından hasar alarak atlatmıştı ama ona yardım eden itfaiyeci Ozan Bey gaz maskesini ona verdiğinden dolayı havasız kalmış, olay yerinde kalbi teklemiş ve yere yığılmıştı. 

    

Aysel Hanım ile barışmışlardı. Ailece Ozan Bey ve ailesini ziyaret etmek istemişlerdi fakat Ozan Bey’i ve yakınını da bulamadılar. Çünkü Ozan Bey kurtardığı o adamın kendine borçlu kalmasını istemediği için şehirden ayrılmıştı ve kimsesizdi. Çok uzun zaman sonra Ozan Bey’in gönüllü olarak Kızılay’da çalıştığını öğrenmişlerdi.

 

Aybars, Ozan Bey’in bu hikayesinden çok etkilenmişti. Büyüdüğünde gönüllü olarak Kızılay’da çalışmasının temelinde yatan o yoğun duygulardı. Çünkü Aybars da çok duygusal ve hayattan ders çıkaran bir çocukluktan geliyordu. Aybars aynı zamanda okumuş iyi bir Jeoloji Mühendisi olmuştu. Çalışma hayatı yanında, üniversitede bazı bölümlerin coğrafya derslerini de veriyordu. 

    

Maden Ocağı ise sanki otuz bir kişiye mezar olmamış gibi çalışmaya devam ediyordu. Ateş düştüğü yeri yakar sözü doğruydu. Hayat kaldığı yerden devam ediyordu. Olayın can acıtıcı hafızasının uzun süreli etkisi sadece giden canlara ve sevenlerine olmuştu. 

     

 

 

İlayda GÜREL 

Yorumlar

  1. Emeğine sağlık kızım. Yeni bir yıldızı daha "misafir kalem" kadromuza dahil etmenin haklı gururunu yaşıyoruz. Arkası gelsin inşallah.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar