ORGANİK
Organik, organizmada sentezlenebilen demektir. Her canlı, her türlü organik besini ya da molekülü sentezleyemese de nihayetinde bir canlı onu sentezleyebilmektedir. Onun karşıtı olan inorganik molekülleri ise biyolojik açıdan üretici kabul edilen ototrof canlılar dahi dışardan hazır almaktadır.
Son yıllarda organik
tarım, organik ürün, organik beslenme tarzında sunumlarla gündemimizi bir
hayli meşgul eden bu kavram, aslında paranın alım gücünün azalması sonucunda ekonomik
buhranların yaşandığı, TL’nin döviz karşısında erimesinin önüne geçilemediği şu
günlerde, ister istemez geri plana itilmektedir. Çünkü zaten özünde pahalı idi,
şimdi ise altın değerinde!
Bir şeyin önünde organik varsa, muadilinden en az
yüzde yirmi oranında piyasaya pahalı arz edilmektedir. Her alanda istismara
açık olan toplumumuz, üzülerek belirtmek gerekirse, uzaktan yakından alakası
olmadığı halde türlü hile ve sahtekarlıklarla organik ürün diye satılan
mamüllerin alış verişine pazar oluşturmaktadır aynı zamanda! Bu iddiamı şöyle
birkaç örnekle güçlendirmek istiyorum.
Tam buğday ekmeği satışa sunuyoruz diye hayvan gıdası
olarak tüketilen kuru küspelerin karışımından elde edilen unlu mamüllerin satışa
sunulduğunu üretim yapanların yakalanması ve medyaya yansıması ile öğrenmiştik.
Organik tarım ürünü diye doğal aroma katkılı sebze ve meyveler satışa
sunulmaktadır. Ülkemizde gerçeğinden ayırt edilemeyecek ölçüde sahte bal
üretilmektedir. Gübre ve hormon dahil hiçbir kimyasalın üretim zincirinde
devreye girmemesi gerekirken, köylü pazarlarında doğal ürün satılır,
anlayışının tutkunu olan tüketici, o masumiyetinin kurbanı olabilmektedir.
Çiftçilerin pek çoğu kullanımda tarım ilacı oranlarına dahi dikkat etmeden yetiştirdiği
ürünleri o piyasada satışa sunabilmektedir. Ayrıca organik ürün yetiştirmenin
üretim aşamasında, sadece bir kişinin organik gübre kullanarak ve
kimyasallardan uzak durarak üretim yapması dahi yeterli olamayacaktır. Çünkü
komşunun kullandığı inorganik katkılar muhakkak onun ürünlerine de
bulaşacaktır!
Hülasa ben bu sunumumda sizlere organik kelimesinin ardına sıralanan nesneleri övecek değilim.
Bilakis o alanda da abartıya kaçtığımızı, bizlere abartılı sunumlar yapıldığını
gündeminize taşıyacağım!
Öncelikle şunu peşinen söyleyeyim ki, günümüzde ve
bundan sonrasında tamamen organik beslenen kimse, kendisini güncelden
soyutlamış ve izole bir şekilde hayat sürer konuma itmiş olmaktadır, olacaktır.
Bu da o şahsın bağışıklık, adaptasyon ve doğal seçilim süreçlerine karşı zayıf
kalmasına neden olacaktır. Ortaya çıkan bu zayıflık ise o kişilerin elimine olmasına
neden olacaktır.
En donanımlı canlı türü olan insan, değişen ve gelişen
gıdalara en fazla uyum sağlayabilen bir canlı olmalıdır aynı zamanda! Fakat “gıda terörü” tarzında sunumlarla
komplo teorileri kurularak GDO’lu ürünler dahil pek çok yenilikçi yaklaşımdan
insanlarımız uzak tutulmaktadır. Üzülerek belirtmek gerekirse bu alanda çok
popüler olan Canan Karatay hocanın, Kara Kutu kitabını da okuduğum Soner
Yalçın’ın büyük vebal ve sorumluluk taşıdığına inanıyorum. Komplo teorisyeni
Abdullah Çiftçi de bu listeye eklenebilir. Her ne kadar ismini saydığım bu
şahıslar, aşağıda verdiğim örneklerin tavsiye ve önerisinde bulunuyor olmasalar
da dolaylı yoldan onlara hizmet ettiklerini müşahede etmekteyim! Ayrıca aşı
karşıtları bile bunları örnek gösterebilmekte ve onların sunumlarından
etkilenmektedirler…
Gıda
terörü sunumunun bilinçli bir şekilde yapılması, gıda takviyesi adı altında piyasaya
sürülen pek çok bitkisel katkı maddesi tablet veya kapsüllerinin peynir ekmek
gibi satışına neden olmaktadır. Son derece denetimsiz ya da zayıf denetleme
koşullarının geçerli olduğu ülkemizde, neredeyse modern sağlık hizmetleri veren
tıbbiye ve farmakoloji alanlarının etkisiyle yarışır bir pozisyona gelmiş
durumdalar! Hatırlayın milyar dolar cirolar yapan Ömer Coşkun isimli doktor,
Sağlık Bakanlığı bürokratlarına dahi küfürlü sözler kullanarak posta
koyabilmişti! Her derde deva, organik bitkisel gıda takviyesi ürünü Panax satan o şahıs, ne hikmetse
Karaciğer yetmezliğinden hayatını kaybetmişti!
Yine din soslu sunumlarla, hakkında hadis var, diye
arkada Kâbe fonuyla ekranlara çıkmış sarıklı, sakallı, cübbeli şahıslar her
derde deva çörek otu ve çörek otu yağı satarak halkımızı
kandırabilmektedir! Hakeza cinsel güç arttırıcı, afrodizyak etkili ürünlerin
satışı her zaman revaçtadır ve pastanın bu alandaki hatırı sayılır dilimini
yine o sahtekârlar götürmektedir. Bu çığırından çıkış, ‘alan razı, satan razı sana ne
oluyor’ diye geçiştirilecek ve hafife alınacak bir durum değildir.
Tekrar ediyorum GDO’lu ürünler dahi onlar kadar
zararlı değil! Çünkü Dünyada GDO’lu ürünleri kullanan insanlardan
istatistiklere yansıyan ölüm veya mutasyon durumu şimdiye kadar görülmemişken,
onlar hakkında kopartılan fırtınayı anlamak mümkün değil!
Sadece şu yapılmalıdır! Etik açıdan da bir zorunluluktur.
Hangi ürüne neyden gen transferi
yapıldığı, ürünler üzerinde beyan edilmelidir. Çünkü transgenik organizmaları
(GDO’lu) tüketen insanlarda alerjik reaksiyon ve rahatsızlıklar ortaya çıktığı kayıtlara
geçmiştir. Örneğin, kışın soğuğa dayanıklı domates üretmek için köpek balığı
geni transfer edilen domatesler satışa sunulunca, balığa alerjisi olan ve balık
yemekten kendisini uzak tutan kimseler domates yiyerek balık etkisine maruz
kalabilmektedir!
Transgenik organizmalar, bundan sonra daha sıklıkla
karşılaşacağımız bir durum olacaktır. Kendimizi bugün için uzak tutmayı
başarabilsek de, torunlarımız zaten o gerçekliğin içinde bulacaklar
kendilerini! Kaç yüzyıl sonra olur onu bilemem ama ileride insan türü olarak,
beslenme koşullarımız dahi değişecekken, ille de organik beslenme diye
tutturmanın bir alemi yok diye düşünüyorum. Bu kaçınılmaz, doğal bir evrimsel
süreçtir. Tarih boyunca yaşanan değişiklikleri bilimsel olarak anlayabiliyoruz
da… Ateşin keşfinden sonra çiğ gıda tüketiminden pişmiş gıdalarla beslenmeye
geçişe bağlı olarak kör bağırsak fonksiyonelliğinin sona ermesi, ağız diş ve çene
anatomimizdeki değişimler ileri sürdüğüm tezlere önemli argümanlardır. İnsanlarımızı
bu alanda da geri bırakmanın bir âlemi yoktur!
Ayrıca şöyle bir zihin egzersizi de yapabilirsiniz!
Günümüz insanını birkaç yüzyıl önceki atalarımız arasında yaşatabilme imkânımızın
olduğunu varsayarsak hiçbir silah veya öldürücü teçhizatla onların yanında
olmamamıza rağmen o insanların pandemik bir katliamla yok olmalarına sebep
olabiliriz. Çünkü onlar immünolojik açıdan bizden daha savunmasızlar.
Taşıdığımız mikroplar bizi hasta bile etmezken onların toplu ölümlerine neden
olabilir! İşte tarihin şeridinden sürekli ileri doğru akıp giden zaman,
değişimleri ve gelişimleri de beraberinde getirmektedir.
Bu değişim ve gelişimlere neredeyse zerre kadar etkisi
olmayan bizler yok kısırlık yapıyor, yok insanları kendi güdümlerine ve
kontrollerine alacaklar, özellikle Müslümanlar üzerinde oyun oynuyorlar
tarzında komplo teorileri ileri sürerek insanlarımızın kandırılmakta ve ortaya
çıkan cehalet ikliminden ise sahtekârların beleşten zengin olması
sağlanmaktadır.
Çölün ortasında tohum yetiştirip, kendine bağlı bir
ekonomi üretmeyi başararak dünya tohum piyasasını elinde tutan İsrail kadar
olamıyorsak, epter tohum üreterek
bizi kısırlaştırmak istiyor diye yaygara koparmanın bir âlemi yoktur.
Hiçbir marka değerimizi dünya piyasasına sunamamışken,
Yahudi sermayesi tohum, ilaç, silah sanayisini elinde tutarak insanlığın ve
devletlerin üzerinde bir güç oluşturuyor diye sızlanıp mızlanmanın hiçbir
pozitif getirisi yoktur!
Elon Musk sıfır kayıpla güneşin ısı ve ışığını dünyaya
taşıma projesini hayata geçirmek için çaba sarf ederken, Mars’a koloniler taşıma
planlamasını hayata geçirmek için milyar dolarlar servet harcarken, bizim
buradan adamlara kara çalmaya hiçbir hakkımız ve haddimiz yoktur.
Bu geri kalmışlıktan, çok yakın zaman içinde
kurtulacağımızı iddia edemem. Etsem de üzerinizde inandırıcı bir karşılık
bulmayacağından eminim. Fakat asla ümitsiz değilim. Gençler ümidimizsiniz!
Çünkü tüm insanlığa bedel olan her insan, Yüce Yaratıcının ümidi ve o ümide
bağlı seçimidir…
Hayati YAMAN
Hocam çok açıklayıcı bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık. Bir de işin psikolojik boyutu var. Sağlıksız, Gdo lu besleniyorum diye insan sıkıntıya düşüyor. Diğer türlüsünü bulamıyorsun. Bulsan güvenemiyorsun...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Canan Karatay hocaya uydum, günlük yumurta yedim ve sonuç kolesterol yükseldi. İlaç kullanmaya başladım... Konfor arttıkça yediğimiz besinleri bütünüyle yakamıyoruz. Beden gücüne bağlı iş de yapmıyoruz eskiler gobi. Haliyle beklenen sonuç!
SilHocam tebrik ederim. Bu konu öyle bir ince çizgi ki iki tarafı da bilimsel görünüyor. Ama sizin de bahsettiğiniz gibi felaket tellallığı yapmanın da alemi yok. Sanırım bizim insanımızdaki sıkıntı ekrana çıkan hocalara sonsuz güvenmek oluyor. Elbette akademik kariyerlerine saygı duyuyoruz ancak yaptıkları 'saçma' izahları da belirtmek zorundayız. Hatta bir ara Canan Karatay protein tozlarına takmıştı. Kalbi büyüttüğünü iddia ediyordu. Ancak ben kendisinin yerine utanıyordum. Protein tozu hakkında iddia ettikleri aslında bazı sporcuların kullandığı 'anabolik steroid hormonlar'dı. Yani ekrana çıkan birisinin bu ikisinin farkını bari ayırt etmesi gerekiyor. Sırf bu yanlış açıklamalar yüzünden birçok ailenin zihninde 'protein tozları zararlıdır' algısı kaldı. Çocuğunu spora göndermekten vazgeçenler, evdeki protein takviyelerini çöpe dökenler... Yavaş yavaş da olsa bu algı yıkılıyor ama. Bu tozların peynir altı suyundan üretildiğini ve aslında lor peynir yemekle aynı zararda olduğunu anlıyor çoğu insan. Yazınız da bu ince meseleleri nasıl değerlendirmemiz gerektiği konusunda güzel bir yol çiziyor bizlere. Çok teşekkür ederiz hocam.
YanıtlaSilÇok haklısın Enescim. Canan hocanın "Kelle paça" tezi de Corona'da çöktü. Ayrıca Oytun Erbaş da o çuvallayan ekipten! Düşünebiliyor musun, 2019'da yayıldığı için covid-19 diye adlandırılan o virüse güya ülkemizde 2020 Mart ayında rastlandı! Yersen tabi... Dünya Sağlık Örgütü aracılığıyla ekonomik destek verileceği açıklaması yapılınca hasta kayıtları, 2020-Martından öncesine dönüverdi. Yani Mart-2020'ye kadar bizim insanımızın (Türk ırkının) hücre zarı o virüse geçit vermeyen yapıya sahiptir, diye açıklama yapıyordu, Dr Oytun Erbaş! Oysa o sırada İran kabine üyeleri bile boncuk boncuk yer atıyordu, TV'den seyrediyorduk sınır komşumuzu! Yani kantarın topuzunu kaçırmak bizim işimiz...
SilKaybolmaya yüz tutmuş yerli tohumları toplama ve saklama faaliyetleri baş tacı olan İbrahim Saraçoğlu hocanın kürleri, Ender Saraç hocanın faaliyetlerinin internet üzerinden sahte hesaplarla pazarlanması içler acısı bir durum. Maranki'den ise hiç söz etmek istiyorum...
YanıtlaSil