TESETTÜR-3
Vahyin gösterdiği ve işaret ettiği yere hem Antropolojik, hem Sosyolojik, hem Anatomik ve hem de Biyolojik açıdan bakarsak; tesettürde kadından istenen emir ve tavsiyeler omuzlar üzerinden göğüs ve kalça bölgelerini kapsayacak şekilde mümkün olduğunca transparana kaymayacak mahiyette bir örtünme şeklidir. İçinde yaşadığı toplumun örf ve ananelerine göre ne giyerse giyebilir, ne ile örterse örtebilir. Çünkü Ahzab-33. Ayette kadına yönelik bir uyarı daha gelmektedir! Orada müminlerin annelerine hitap ederek, onlar üzerinden inanan kadınlara, artık cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın emri verilmektedir. Açılıp saçılma ifadesinin orijinal metindeki karşılığı -teberrüc- kökenli kelimedir. Işığını göstermek, ışık yaymak, parıltılı bir ışık yayma anlamında kullanılan bir kelimedir. Burûc Suresi de adını o kökten alır, vahiy parçacıkları ve yıldız anlamlarına gelir. Yani içini gösterme, vücut hatlarını belirgin kılma ve sözde giyinik olup açık kalma anlamlarında değerlendirilebilir. Hatta aynı kelime Nur-60. Ayette de geçer ki; orada menopoza girmiş, artık evlilik veya nikah derdinde olmayan yaşlı kadınların yine ziynetlerini gizlemek koşuluyla dış giysilerini giymeme serbestiyeti getirdiği görülür. Yaşlı bir kadının gizlenmesi gereken yerleri arasında kırarmış saçı ve her yerine ak düşmüş başı niye bulunsun ki? Orada da örtünmesi istenen yerlerin baş ve saç olmadığı gayet rahatlıkla anlaşılacaktır.
Ne gariptir ki gaflete meyyal olan biz insanlar,
Allah’ın emrine ne kadar ters hareket etmekteyiz anlatamam! Fakat bir eğitimci
ve gözlemci olarak konu dışı ama genel zafiyetimizi dillendirmek üzere şu
tespiti yaparak meramımı biraz anlatabilirim diye düşünüyorum…
Her
yaşta ve hayatın her anında bizim yolumuz olması gereken vahye dayalı din,
insanın ahlakını inşa etmekten uzak kalan geleneksel bir dine dönüştüğü andan
itibaren, adeta yaşlılara hitap eden bir pozisyona düşmüş durumda maalesef!
Çünkü bizler, bizden istenen emrin tam aksine gençlikte daha serbest yaşıyoruz
ve ömrün elden kayıp gittiğini, ölüm korkusunun benliği sardığını kavramaya
başladığımız yaşlılık döneminde daha özenli yaşamaya başlıyoruz! Oysa Allah,
yaşlılıkta gevşetebilirsiniz, buyuruyor!..
Ahzab-59’da
ve 32’de yine kadınlara yönelik bir
uyarı var ki, bunlardaki maksat da kadını korumaya yönelik emirlerdir. Yoksa
onları toplumdan soyutlamaya yönelik değildir! 59. Ayetteki orijinal ifadesi -cilbap-
olan -dış giysi- onların diğer din
ve inanç müntesibi çağdaşı kadınlardan ayırt edilebilmesi, tanınabilmesi ve
çıplaklığının teşhirinde bir sakınca görülmeyen cariye diye adlandırılan kadın
köleler gibi saldırılara maruz kalmalarının önüne geçilebilmesi için
emredilmiştir. Yine örfe dayalı bir uygulamadır, Allah’ın giyim kuşamla
ilgilenmek ve din, iman konusu yapmak gibi bir muradı yoktur. Kaldı ki, boşanmış
kadının nafaka temininde kul hakkı olarak erkeğe sorumluluk yüklediği Bakara-233. Ayette bizzat yeme içme ve giyim kuşamının örfe ait bir
durum olduğu açıkça ifade edilmektedir de…
Ahzab-32.
Ayette ise yine kadını korumak maksadıyla ama bu defa sözü edalı
ve işveli söylemeyin uyarısı yapılmaktadır ki, gerekçesi de kalbinde hastalık
olan cinsel sapık kimselere yol vermeyin kendi canınıza, ırz ve namusunuza
saldırı ile karşı karşıya kalmayın demek istiyor! Bu uyarılar da son derece
yerinde uyarılar değil mi? Realite ile sosyal vakıa olarak yaşanan ve
istenmedik sonuçlar doğuran olayların temelinde yatan şeyler değil mi? Fakat
işin garibi geleneksel din sunumlarıyla patolojik bir durum, merkeze alınarak
buradan fıkıh ve ilmihal kaidesi türetip, haram helal olarak hüküm koyan sözde
din alimleri eliyle kadının sesi haram, haremlik selamlık var, kadının her şeyi
tahrik mevzusudur, Allah muhafaza ayakkabısı, oturduğu yerin sıcaklığı, eli,
yüzü, gözü vs. her şeyini haram kılarak kadını dört duvar arasına hapseden bir
din külliyatı oluşturulmuştur. Ayrıca Ahzab-33’teki
‘evlerinde
otursunlar’ emrindeki gerekçeli inceliği kadının hayatının tamamına
yaymışlardır. Bazı tarikat liderleri veya sözcüleri olayın boyutlarını daha da
ileri götürerek, ibadetini dahi evinin en ücra köşesinde yapmalıdır, şeklinde
telkinlerde bulunanlar vardır. O zaman;
-Hatice annemiz niye tüccardı, ticaret için neden
diyar diyar gezdi?
-Aişe annemiz ve genelde kadın sahabiler neden
savaşlara katıldı, neden ilim meclislerinde erkek sahabe ile iç içeydiler?
-Kadın neden mescitte, çarşıda ve pazarda erkeklerle
beraberdi?
-Sokakta ve hutbedeki peygamber veya yerine geçen
halifelerle tartışıp hak arayışına girebilen kadına ne oldu da sosyal hayattan
soyutlandı?
Meşveret toplantılarına katılan, karar verme
süreçlerinde var olan kadın Arap örfünün dinleştirilmesinden sonra gıdım gıdım
hayattan çekildi. Ta ki Cumhuriyetle
birlikte seçme ve seçilme hakkı en başta olmak koşulu ile kadın eşit yurttaşlık
statüsüne kavuştu. Şimdi anlayabiliyor musunuz, Cumhuriyetin kazanımları ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerinin Kur’anî, İslamî ve İnsanî olduğu
vurgusunu sık sık tekrarlıyor olmamın gerekçelerini?
Oysa o ayetlerde ve onlara ek olarak Ahzab-53. Ayette çok açık görülmektedir
ki, Kur’an bedevîden medenî bir insan türetmektedir! Vahyin ilk muhataplarının
günümüzdeki sıradan görgü kurallarını bile hiçe sayan bir topluluk olduğu
gözlenmektedir. Perde arkasından isteyin, oturup kalmayın, işinizi bitirince
kalkıp gidin, karşınızda uygunsuz davranışlarınıza karşı sizi uyarmaktan
çekinen son derece nazik bir Elçi var ama Allah sözünü esirgemez! Buyurarak
tabiri caizse yonta yonta adam edilmiş bir topluluk varken ortada, bunları
söyleyince ‘sahabelere dil uzatıyor’ suçlaması ile hakikatlerin dile
getirilmesi engellenmektedir. Yine evlere gizliden dalma alışkanlıkları olduğu
için arka kapıdan değil de, normal kapılarından girmeleri gerektiği uyarısının
yapıldığı Bakara-189 Ayeti ile
kendinize ait olanlarda sorun yok ama kendinize ait olmayan evlerin kapısına
geldiğinizde izin isteyin ve verilmiyorsa geri dönüp uzaklaşın, ısrarcı olmayın
emirlerinin bulunduğu Nur-27-29. Ayetler
çok çarpıcıdır.
İlk muhatapların durumunun analiz edilememe ve kafadan
kişi kutsayıcı ve yüceltici bir ön kabulle olaylara yaklaşılması veya
yaklaştırılması, Arap örfünün din diye sunulmasını doğurmaktadır. O da din
satıcılarına şekil üzerinden rant sağlayacak zenginlik ve ruhbanlık üzerinden
itibar sağlayacak dokunulmazlık ortaya çıkarmaktadır. Olayın iç yüzünü
göremeyen, sorgulayan nesil de üzülerek belirtmek gerekirse, dinin aslının öyle
olduğunu düşünerek din ile arasına mesafe koymaktadır. Yaratıcıyı kabul
ediyorum ama dinlere, peygamberlere inanmıyorum diyebilmektedir!
Avret mevzusu, namus yükümlülüğünü de boynuna
geçirerek, uyduruk bir Türk töresi üçlemesi sonucunda; “at, avrat, silah” özlü
sözü(!) ile süreç içerisinde kadına hasredilen bir özelliğe dönüşmüştür. Bu da
içler acısı bir durumdur. Türk kültürü ve töresinde kadın hân ve sultan iken o
Araplaşmanın etkisiyle birlikte çarşafa bürünerek namusun tek temsilcisi gibi
sunulmaya başlanmıştır! Oysa ahlakı inşa edemeyen bir din, şekille asla durumu
kurtaramayacaktır! Çok değil bundan yüzyıl önce Osmanlının son dönemlerinde
başkent İstanbul, ki o zaman hâlâ adı Konstantiniyye’dir, köle ve cariye
pazarlarının kurulduğu, fuhşun ve kadın ticaretinin sokaklara yayılmış bir
vaziyette olduğu bir şehirdir! Sokaklara yayılmış bu fuhuş bataklığını
sonlandırmak için ilk genelevlerin Padişahlar döneminde açıldığını hatırlatmak
isterim. Çünkü elbiseler bedenimizi örter ama esas olan ahlakımızı inşa eden
bütün benliğimizi örten takva yani
duyarlılık elbisesidir. O elbisenin cinsiyetle, modayla, bedene uymamayla
alakası yoktur. Talip olan herkes giyer ve herkese en yakışan, en muhteşem
elbise, o elbisedir! Onun için de lütfen Araf-26.
Ayeti okur musunuz?
Son olarak geleneksel algıdan kurtulamayan zihniniz
eminim ki, “Namaz kılarken ne yapacağız o zaman? Namaz esnasında da
örtünmeyecek miyiz?” gibi sorularla sizi meşgul etmektedir. Çünkü günümüzde, namaz
da araç olmaktan çıkıp amaç olmaya kaydırılmış bir ritüel ibadettir! Çok kısa
ve öz olarak “Senin Rabbinle olan bağını ve iletişimini kuran, Onunla sohbet
etme ve yakarışta bulunma eylemin olan teşekkür ibadeti namazına dahi örtünme
engel olmasın!” demek isterim.
Ben bunları önerirken, “Eğer bir kadın olsaydım bu
ayetleri nasıl okur ve ne anlardım?” sorusunu zihnimde diri tutarak cevapladım
ve onun neticesinde sizlere öneride bulundum. Yoksa bir erkek olarak kadına
elbise biçme, rol dağıtma amacım yoktur. Ben kadın olsaydım ve baş açık
olsaydım, emin olun asla kimin ne dediğine bakmazdım. Namazım dahil, camiden
uzak kalmamak dahil, toplumsal her alanda mümin bir kadın olarak var olma
mücadelesini gösterirdim. Aktivist ve inancının gereğini her koşul ve şartta
yapan bir kadın olurdum. Tıpkı bugün erkek olarak geleneksel anlayıştaki din
çarpıklıklarına, hurafe ve masalların din diye yutturulmasına bayrak açtığım
gibi…
Çünkü yargılama ve hesap verme tek tek yapılacaktır. Meryem-94, 95; Kehf-48 ve En’am-94. Ayetler bu hakikatleri açıkça
bildirmektedir. O büyük mahkemenin sahibi de kimseyi hükmüne
karıştırmayacaktır. Şahidi ve sahibi Allah olan o hüküm gününden çokça
sakınırım ve hesabını Allah’a vereceğim şeylerin faturasını kullara kestirmem!
Hayati YAMAN
Çok teşekkür ederiz hocam. Yazdıklarınıza Allah şahittir. Dediğiniz gibi hesap vermek bireysel olarak gerçekleşecek. Bütün tabutlar tek kişiliktir... Herkes kendi sorgulamasını kendisi yapmalı. Bu amaç doğrultusunda verdiğiniz ayet numaralarının ve mesajınızın da yerine ulaştığını düşünüyorum.
YanıtlaSilSon söz Allah'ındır...
Sevgili adminim. Senin de emeğine sağlık, çok kahrımı çekiyor, çok emek veriyorsun. Bireyselliğimizin kıymetini bilerek ve benliğimizi yok etmeyerek şahitlerimizin ve şahitliğimizin artması dileğiyle selametle kalalım.
SilNe demek hocam. Aynı şekilde siz de benim nazımı çok çekiyorsunuz. :) Biz bir yol arkadaşıyız. Ve yolumuzun sonu öyle güzel ki karşımıza çıkan sorunlar ve engeller adeta bizi daha da hızlandırıyor. Her projede daha fazla heyecan duyuyoruz...
Sil