ÇOCUKLUĞUM

                                           


            Annem evime geleceği vakit sanki onun yerine ben biniyorum otobüse, benim midem bulanmaya başlıyor. Dinlenme tesislerindeki tuvaletlerden ben tiksiniyorum. Babamı ikide bir dürtüp neredeyiz, kaç saat kaldı diye ben soruyorum onun yerine. Hava kararıyor, akşam oluyor. Ankara otogarının kalabalığından ben bunalıyorum yine annemin yerine. Sigara kokusu can sıkıntımı artırıyor da artırıyor. Telefonun ucundaki sese, öldüm öldüm, hiç rahat edemedim diye ben yakınıyorum. O ne yaşadıysa ben de onu yaşıyorum. 

            Gurbete alışmak mı zor, memleketi özlemek mi? Akrabadan ayrı olmak mı zor, kavuşmaların kısa sürmesi mi? Bu soruları sormayı bırakalı yıllar oldu. Alıştım. Alışkanlığı yaşamaya başlayalı da yıllar oldu. Ben buradayım ailem orada. O yüzden gelmeleri gitmeleri büyük bir merasim, hatırı sayılır olaylar silsilesi.

                                               ………

            Ve işte yine o merasimlerden biri! Annem geldi…

                                               ………

            Tahmin ettiğim gibi sıkıntılı geçen yolculuğunu anlata anlata rahatlamaya, üzerinden atmaya çalıştı. Söyledikçe geçmiş geçmişte kaldı. Söylemese, içinde kıvranıp duran yaşanmışlıklar aklının bir köşesinde tekrar yaşanmaya devam edecekti. Söyledi ve olayın olmuşluk sancısı sona erdi.

            Çay içerken, yemek yaparken eskilerden, köyden konuştuk her zamanki gibi. Sofrada çocukların yediklerini içtiklerini takip etti. Sırtlarında yelek, ayaklarında çorap olmadığından şikâyet etti. Koltuk örtüleri, nevresimler, sofra bezleri… Yıkanabilecek ne varsa sırayla makineye girdiler. Cam silme işinden zor vazgeçirdim, zamanı değil yağmur yağmadığında silersin dedim. Eh dedi ama aklının bir köşesine de yazdı onu.

                                               ………

            Eskiler demişken köye gitmelerimizden açıldı konu. Köy yolculuğumuz ve yolculuğumuzun kahramanı ‘köy otobüsü’nden. Babam çalıştığından gelemezdi. “Dördü çocuk, beş kişilik yer ayır!” derdik, köy minibüs durağında ayağına kadar gidip şoföre!.. Çünkü ‘köy otobüsü’ köye giderken evimizin önünden geçerdi. Bir kez de şaşırtsın bizi ne olur! Aman Allah’ım bir gelirdi ki her yer dolmuş! Bazen de anneme “Sizi alamam.” derdi elindeki tesbihi araba hareket edince vites koluna takmaya hazırlanan, yumurta topuklu ve hep ayakkabıların topuğuna basan şoför....

Ama tam bir Osmanlı kadını annem, ona pabuç bırakır mıydı? Dört çocukla ayazda kalır mıydı hiç? Kendi tabiriyle şoförü racona ters düşürecek, sözünün altında ezilmesini gurur vesilesi yapacak cümleler kurardı. O külhanbeyi adam, bir anda ezilip büzülüp adamcağıza dönerdi, annemin mücadelesi karşısında!

Uzun konuşmalar, şoföre çıkışmalar, çalışır halde bekleyen otobüs, hengâmeye anlam veremeyen çocuklar, araya giren yolcular derken; birkaç gencin arabanın tepesine oturmayı kabul etmesiyle başlardı yolculuğumuz… Artık efil efil eserek mi giderlerdi orda, sövüp sayarak mı bilmem. Ben genelde annemin kucağında ve sigara kokusu kumaşına sinmiş ön koltuğa yapışık vaziyette, midem bulanarak giderdim. Sonra sonra neredeyse herkesin arabası olunca o köy otobüsleri de kalktı ortalıktan. Çocukluğum gibi nostaljideki yerini aldı kahramanım köy otobüsleri…

40-50 kilometre hızla gittiğimizden saatlerce uzayan köy yolculuğu, çocukluğumda kaldı. Cama dayayıp başımı tarlalara, sarı papatyalara, çeşmelere, ineklere, koyunlara, çobanlara, kirli ve yırtık elbiseli köy çocuklarına cümleler kurardım. İyi hatırlıyorum hayal kurmazdım, cümle kurardım. Ne de olsa akşama köyde, harman yerinde karanlığa rağmen oyunlar oynayacaktım. Ertesi gün ağaçlara tırmanacak, dağda gezecek, pınarlardan soğuk su içecek, özgür olacaktım olabildiğimce. Ahıra girecek, ille de sütü ben sağayım mı diye ısrar edecek, civcivlere yem verecektim. Gurklar aslan kesilecekti, civcivlerini korumak için benden. Oysa ben sadece elime alıp, minik bir öpücük kondurup başına, küçük ayaklarının avuçlarımı tırmalaması ile mutlu olacaktım hepsi bu. Belki elimle yem de yedirebilirdim ama ne tavuk anlayabilirdi benim iyi niyetimi, ne de ben anlatabilirdim masumiyetimi ona.

Anladığım şu oldu ki yıllar sonra, insan özgürse ya da öyle hissediyorsa çok da gerek kalmıyor hayal kurmasına. 

                                   ………

          Annemi çarşıya arabamla götürdüm. Binerken başladı okumaya, inene kadar devam etti. Sorduğum soruları “He ya, öyledir, yok…” diyerek savuşturdu. Konuşsa okudukları karışacaktı. Park dışında bir sorun olmadı. Az daha sürüp hemen sol sinyal verip gireceğim bir yer aramaya sabredemedim. Biraz da kendimi göstereyim diye geri park yapacağım bir yere girmek istedim. Aslında öyle denk geldi de diyebiliriz. Koca araba bu, içten bakarak dışı algılamak da kolay değil. Yan ayna, dikiz aynası, sensorlar hepsi birbirine girdi annemin yanında. İleri gittim arabanın burnu çok çıktı, geri aldım kaldırım taşı tekerleğe çarptı. Çırpındıkça battım velhasıl. İşaretçilerden bir şey anlamadım ama annem dışarı çıkıp da şöyle sağ, böyle sol yap, az daha git, dur deyince arabayı yerine oturtabildim. Annem de köy otobüslerini salavatla yad eder olmuştu sayemde…

            Bazı şeyler, olmayan geri parkı yeniden yapmaya çalışmak gibi geri döndürülebilir olsaydı. Öyle olmasa bile her güzel anımızı tüm ayrıntılarıyla hatırlayabilseydik. Bazı kokular saklanır olsaydı. Bazı gülüşler, bazı çizgiler fotoğraf gibi silinmeden kalsaydı hafızamızda. 

                                               ………

            Köydeki dayım divanın tam duvarla birleştiği yerde, üstü kanaviçe işlemeli, içi saman dolu dikdörtgen yastığa dayanır anlatır da anlatırdı. Sözü bazen hanımı alır, bazen de gelen misafirler... Mutlaka bir çocuk ağlar, bir kedi sobaya sürtünür ve en sıcacık yerine kıvrılır uykuya geçerdi. Ara ara sobanın ateşi beslenir ve o sırada kaldırıp indirilen güğümden su dökülür cosss diye. Alev saçan yuvarlak demirin üzerine oturtulan güğümün içindeki kaynamaya hazırlanan su, mütemadiyen cızırdar. Bu yılki hasat, hayvanların durumu, evlenecekler, şehre göçenler, ölenler, su... Konuşulanlar bunlar. Bir bulut gibi aklımda kümeleniyor şimdi. Bir yumak gibi de kalbimde düğümlü.

Ah çocukluğum sen zaman olarak geride kaldın ama mekân olarak hep yanı başımdasın, gülümsüyorsun bana.

 

Hümeyra Yıldırım Yalçın

 


Yorumlar

  1. Gözlerim dolu dolu okudum. Ah eskiler. Ne güzel anlatmışsınız yaşadım adeta o köy otobüsüne ben de bindim içi saman dolu o dikdörtgen yastığa dayadım da sırtımı sizi dinledim. Yüreğinize sağlık.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ediyorum. Ne güzel ortak duygularda buluşabilmek...Aynı şeyleri yaşamış ve hissetmiş olmak. Bu yazıma yer verdiği için de Hayatı hocama teşekkür ediyorum. Humeyra Yalçın...

    YanıtlaSil
  3. Bizlerle etkileyici bir anını paylaştığın için esas ben teşekkür ederim Hümeyracım. Güzellikleri yaşamaya ve yaşatmaya aht etmiş kuzucuklarımın blogta bizi ağırlamasından sonsuz keyf alıyorum. Eksik olmayın canlarım benim...

    YanıtlaSil
  4. Ben de yazılarımı burda paylaşmaktan mutlu oluyorum hocam.

    YanıtlaSil
  5. Yaşım küçük olmasına rağmen, benim de özlem duyduğum şeyler olduğunu anladım. Çok samimi bir yazı olmuş. Teşekkür ederiz Hümeyra Hocam.

    YanıtlaSil
  6. Begenmenize çok sevindim Enes kardeşim. Ben de sizin yazılarınızı ilgiyle okuyorum. Yolunuz açık olsun.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar