UMULUR Kİ
Ne zamandır şiddetin üzerinde durarak, farklı boyutlarına da dikkat çekerek bir nebze de olsa ‘kadına şiddet’le alakalı farkındalık oluşturmaya çalışıyorum! Her alanda olduğu gibi bu sorunu da kuşkusuz yine eğitimle aşacağız. Umutsuz değilim...
Şimdi az önceki son cümleyi okur okumaz hemen
başlığa göz atıp, ‘pek de emin değilsiniz hocam, çelişkiler içindesiniz’ deseniz de;
sebepleri değiştirmedikçe sonucun değişmeyeceğini bildiğim için endişeli bir
başlık attım dersem, beni daha iyi anlayacaksınız diye düşünüyorum!
Şunu peşinen belirtmeliyim ki; erkeğin kadına şiddeti kesinlikle patolojik bir durum ve hem tıbben,
hem de sosyokültürel yönden tedavi edilmesi gereken bir vakıadır. Şimdi
söyleyeceklerimi hafızanızda yoğurursanız, bana hak vereceğinize inanıyorum.
“Hiçbir
memeli hayvan grubunda karşı cinsler arasında kavga görülmez.”
Kavga, hemcinsler arasında yaşanır ve rekabete dayalı olarak tür içi veya
türler arası kavgalar şeklinde yaşanır. Temelde tür içi rekabet kavgalarının en
şiddetlisi, eş seçimi rekabetine dayananlarıdır. Çoğu kez ölümle dahi
sonuçlanabilir. Türler arası kavgalarda ise besin rekabeti başı çeker. Velhasıl
karşı cinse kimse ilişmez!
İnsan türüne gelince normalde şiddetin hiçbir türü
yaşanmaması gerekirken, hemcinsler arası kavga veya şiddet anormal
bulunmaktadır. Hele bir de kızlar veya kadınlar arasında ise seyreyle
gümbürtüyü… Oysa animal yanımızın ağır
basması nedeniyle beşer statüsünden insan vasfına sıçrama yapamamışsak eğer, diğer
memeli kuzenlerimizin düştüğü duruma elbette düşecektik! Esas
anlaşılamaması ve yadırganması gereken durum, erkeğin kadına şiddeti ya da
tersi durumdur.
Sosyolojik olarak kültür, töre ve toplumsal baskı
nedeniyle kişiye aktarılan yanlış eğitim sonucu cinsiyetlere biçilen roller,
çoğunlukla erkeğin kadına şiddetini kanıksatmaktadır. Son dönemlerde daha çok
tepki görmesi, genç kuşakların bu durumu kabullenmek istememesine
dayanmaktadır. Yoksa geçmişte annelerimiz ellerinden bir şey gelmediği için şiddeti
hep sineye çekmek zorunda kalmışlardır. Hatta bir nevi yaşadıklarını
bastırmak veya kadere boyun eğmek(!) şeklinde normal bir olaymış gibi gelin
kaynana sataşmaları nedeniyle, oğullarını dahi gelinlerine karşı
kışkırtmışlardır. Bu durumun kısmen de olsa halen yaşanmakta olduğunu tahmin
edebilmekteyim.
Eskiden kadınlarımız sabırlı olurdu, kız baba
ocağından gelin giderken “Beyaz
gelinlikle çıktığın bu eve, geri geleceksen eğer kefeninle geleceksin!”
tembihleri ile uğurlanırdı. Şimdi aile mefhumu yıkılmaya doğru gidiyor. “Eften püften sebeplerle boşanmalar
artıyor. Yuvayı dişi kuş kurardı ama artık kadınlar sabretmez oldu.” gibi
geçmişe atıfta bulunularak olay mecrasından saptırılmaktadır.
Kimse kusura bakmasın ama boşanma sebepleri artmıyor.
Geçmişte de o sebepler vardı ama kadın ekonomik özgürlüğü olmadığı için ve “başlık parası” adı altında bir bedelle
af edersiniz, satıldığı için dönüşü olmayan bir yolculuğa çıkarılmakta idi. O
nedenle boşanılmıyor, kağıt üzerinde kalmış evliliklerle güya sağlam aile
kurumu ayakta tutuluyordu!
Cumhuriyetin kazanımları ile kadın eşit yurttaşlık
hakları sayesinde özgür olmaya başladıkça, özellikle ekonomik açıdan erkeğe
bağlı kalmadıkça boşanıyor ve boşanmalar istatistiklere giriyordu. Haliyle kayıtlarda
boşanma fazla gözüküyordu! Yani ortada abartılacak bir durum yoktu aslında…
+Geçimsiz aile, insana huzur ve mutluluk
getirmeyeceğine göre o durumda insanlar neden evli kalsın ki?
+Şartlar vuku bulduğunda boşanma, son derece makul
ve mantıklı bir fiil iken, neden kötü bir şey gibi sunulur ki?
+“Çiftlerin
arasını yapmak için yalan bile konuşulabilir! Boşanma, Allah’ın en sevmediği
helaldir!” gibi abuk sabuk uyduruk din klişeleri üzerinden
hayatı cehenneme çevirmenin ne alemi var?
Ya bir kere;
+Evlilik rüştü göstermeyen, halk arasındaki tabiri
ile çok uçar kaçar, hop oturup hop kalkan gençler dahi, evlenince düzelir
gerekçesi ile evlendirilmiyor mu toplumumuzda?
+Düzelmedikçe; çocuk yapınca düzelir, diye bir de
çocuk yapmaya teşvik edilen bir toplum değil miyiz?
+Aile ortamındaki huzursuzluklardan dolayı sırf
ortam değişikliği için kızlar evliliği tercih etmek zorunda kalmıyor mu?
+Biz onu kızımız gibi büyütürüz, gelinlik
yaptırmayız ona diyerek çocuk yaşta kızlar evlendirilmiyor mu?
Bu
realiteleri yok sayarak insanımızı geçmişe özendirmenin bir anlamı yok.
+Hatta kısa süre önce Siirt’te aşiret reisleri,
şeyhler ve mollalar; “Tarihi karara imza
attık, bundan böyle aşiretlerimizde başlık parası alınmayacak!” diye demeç
vererek, Magna Carta Tillo(!)
sözleşmesi gibi imzalı belgeleriyle basına poz vermediler mi?
Karar merciindekilerin kendi çocukları için asla
kabul etmeyecekleri eylemleri, maalesef ülkede başkalarının çocukları yaşıyor
işte.
Yönetici erk, halkının geçim standartlarını yükseltmek,
gelir dağılımındaki adaletsizliği düzeltmek, yolsuzluk ve yoksulluğu önlemek
yerine; muhafazakarlık edebiyatı üzerinden aile çatırdıyor, ahlak kalmadı, genç nesil
milli ve manevi değerlerden yoksun yetişiyor gibi hedef saptırmalarla
halkı uyutmaktadır. Ülkede çalışan kesimin %60’ı asgari ücretle çalışıyor ve
asgari ücret, TUİK verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırının çok
çok altında iken geçim sıkıntısı çeken ailelerde yaşanan aile içi şiddet, kadına
şiddet gerekçelerini başka nedenlerde aramasın lütfen!
+Son zamanlarda canına kıyan bazı babalar, daha kötü bir hayat onları beklemesin(!) diye önce eşini ve
çocuklarını öldürüp, sonra da kendi kafasına sıkmıyor mu? Bu eylemin psikolojik
nedenleri, sizleri hiç rahatsız etmez mi eyyy yöneticiler?
+++Kızlarımız
okumalı ve inatla, ısrarla kendi ayakları üzerinde durmanın yollarını aramalı,
bulmalıdır.
+++Kendi
hayatına, yaşam tarzına, giyim kuşamına karışan erkek arkadaşları ile
kesinlikle ileriye dönük ve evlilik planları yapmamalıdır.
+++Evlenince
pantolon giymezsin, başını örtersin veya açarsın, bizim ailemize yakışmayan şu şu
davranışlardan vaz geçersin, değil mi? Tarzında kişilik haklarını ve
şahsiyetini rencide eden şartlar karşısında asla -evet- dememeli ve derhal o
ilişkiyi bitirmelidir.
+++Kadın sahiplenilmeyi sever onun fıtratı öyledir. Erkek ise sahip olmayı ve sahiplenmeyi sever, onun da fıtratı öyledir, gibi son derece tuzak ve şahsiyeti, kişiliği zedeleyen anlayışlara kapı aralamamalıdır. Hayatta kendisinin nesne, erkeğin ise özne olduğunu kabullenmiş olur. Doğal olarak da kendini erkeğe eşya kılmış olur.
+++Unutmamalısın ki her kadın, tıpkı erkek gibi özgün ve öznel bir karakterdir.
+++Ne
ezilen, ne de ezen; ne mağdur edilen, ne de mağdur eden bir cinsiyet olmalısın.
Kendi cinsiyetinle memnun, mutlu ve huzurlu yaşamayı bilmeli ve ilke
edinmelisin.
+++Senin kendi cinsiyetinle yakalayamadığın ve yaşayamadığın mutluluğu ve huzuru sana, asla karşı cins yaşatamayacaktır.
+++ Öyle bir beklenti içine girdiğin an, vitrin süsü, maddi hediye veya ödüllerle huzuru yakalamaya çalışan bir figür olacaksın. Uzun vadede o da, senin şahsi karakterine zarar verecektir.
+++Dişiliğin ile değil, kişiliğin ile ayakta kalmaya ve hayata tutunmaya çalışmalısın...
+++İşte o zaman, sana uygulanan her türlü şiddetin önünü, baştan kesmiş olacaksın.
...
Yüreklerimizi dağlayan bu şiddeti, sizinle birlikte
önleyeceğiz ve başaracağız kızımız, kadınımız…
Hayati Yaman
Umulur ki... Çok derinlikli bir yazı olmuş hocam. Hakikaten derin. Okurken boğazım düğümlendi bazı yerlerde, boğulma hissine kapıldım. Nefes alamamaktan değil de yaşayamamaktan. Bu farka da ince bir izah ile değinmişsiniz hocam. İnceliğinden yüreklerimizi kesti kendi ağırlığıyla. Şiddet, hele hele kadına yönelik olan, gerçekten psikolojik bir rahatsızlıktan kaynaklanıyor. Ve bu psikolojik rahatsızlık da bir çok farklı lokomotifin vagonu olabilir. Bunlardan biri de GEÇİM SIKINTISI. İnsanı en çok yıpratan şey, kendinden beklenen bir şeyi yapamamaktır herhalde. Kuşkusuz babalar bu yıpranmışlığı sonuna kadar hissediyorlar. Elbette şiddetin hiçbir gerekçesi olamaz ama bu psikolojik rahatsızlığın bir gerekçesi de bu. Aklıma geliyordu geçim sıkıntısının neleri ne boyutta etkilediği. Beyin fırtınası yapıyordum... Teşekkür ederim hocam, bu noktaya da değindiğiniz için.
YanıtlaSil"Bir de anneleri dinle." Projemizde ya ne konuyu işleyen bir skeçiniz vardı. Behzat karakteriyle mevzuya son derece içten giriyor ve işliyordun.
SilGeçim sıkıntısı, boğazlar meselesine dayandığı için insanın imanını gevretiyor. Aç insanın dini de imanı da sorgulanamaz. Olayda dahli olanların kaleye gitmek yerine; yerli, milli ve manevi değerler üzerinden orta sahada top çevirmesinin âlemi yok...