GÜNAH, SUÇ, AYIP



Her şeyi torbaya doldurup hayatına yön vermeye çalışan ya da öyle bir algıyla yönetilmeye alıştırılan toplumlar bu kavramlar arsındaki ince çizgiyi ayırt edemezler!

Biz toplum olarak o çizgiyi ne derece ayırt ediyoruz? Onu şimdiden zihin egzersizinize bırakırken, yazının sonunda ise sizleri beyninizin verilerini kontrol etmeye davet ediyorum.

Öncelikle şunu peşinen belirtmeliyim ki; bu çizgiyi ayırt etmenin ve kavramlar arasında geçiş yaparak hayata yön vermenin mümkünatı, Felsefe bilimi ve kuramlarını içselleştirme ile doğrudan ilişkilidir. Toplumun önünde ve vitrinde olan kişiler bu hususta olaylara nasıl bakıyor? Yönetsel kurumun başını çeken siyasilerin tutumu nasıl? Eğitim ana unsuru içinde Felsefe’ye biçilen rol ne?  Bu sorulara verilecek yanıtlar muhakkak ki, bizim bu konudaki durumumuzun fotoğrafını çekecektir.

İsterseniz önce:

-Her günah, suç mudur? Olmalı mıdır?

-Her suç, günah mıdır? Olmalı mıdır?

-Her ayıp, suç ve de günah mıdır? Olmalı mıdır?

Sorularını sorarak, bunlara cevap arayalım. Ve ince çizgileri belirginleştirebilmek için felsefe yapalım!

Her günah, suç değildir. Olmamalıdır da!.. Çünkü, günahın yargılama mercii Allah ve mahşerdeki Büyük Mahkeme'dir. Suçun yargılama mercii ise yargıçlar ve mahkemelerdir. 

Adalet mülke temel teşkil ederken bu çizgiler korunursa, inanan inanmayan her insan için her yöne adalet tecelli ettirilir. Aksi halde terazi şaşar. 

O halde güncel örnekler vererek pekiştirelim. Mesela alkol almak suç değildir. Alkol alan bir kişi suçlu olamaz ve kimse onu yargılama hakkını kendinde bulamaz, bulmamalıdır da! Fakat bir kişi, alkollü iken araç kullanırsa bu suçtur. Kendisinin ve başkalarının hayatını tehlikeye attığı için mutlaka yasal cezasını çekmelidir. 

Adam öldürmek, hukuk karşısında her zaman suçtur. Fakat her durumda günah olup olmadığı sonucunu ise hem hakimi hem de şahidi Allah olan mahkemede öğreneceğiz! Örneğin, Kadir Şeker olayında olduğu gibi, bazı öldürme eylemleri asla toplum vicdanında suç olarak kabul görmemektedir. 

Zina yapmak suç değildir. Zina yapan kişiler ise toplum vicdanında suçsuz kabul edilememektedir. Hatta zanilere müdahil olan şahıslar, haklı iken suçlu konumuna dahi düşebilmektedirler… 

Burada “Hukukun dili”, sadece evrensel normları mı ya da sadece toplumsal normları mı dikkate almalı? Sorusunu karşımıza çıkarır. 

"İkisini de!" demeyin lütfen! Zira istismara çok açık sonuçlar doğurmaktadır. Çünkü günümüzde suçun karşılığında dahi hak yerini bulamamaktadır. Suçlu, güçlü ise kantarın topuzu hep karşı tarafa ağır basar konuma gelmektedir. Daha dindar bir görüntü kasarak insanların aklının üzeri örtülmektedir. "Biz sadece Allah'a hesap veririz!" yüksek seviye ve seciye duyarlığı(!) argümanı ile insanların aklının üzeri örtülmekte ve hesaplaşma hep Allah'ın huzurundaki Yüce Mahkeme'ye bırakılmaktadır. Oysa suçun karşılığı Allah’a havale edilmemeli ve yargının huzurunda hak yerini bulmalıdır. 

Bireyin özgürlüğü merkeze alınırsa, başkalarının özgürlüğüne gölge düşürmeyecek nitelikte eğitimli ve ahlaken gelişimini tamamlamış toplumlarda hukukun, sadece evrensel normları dikkate alması yeterlidir. Fakat bireyi dışardan ve tepeden dizayn etmeye alışık toplumlarda ise hukuk, kesinlikle sadece toplumsal normlarımızı dikkate almalıdır, hakim görüşü makbul sayılacaktır.

Peki yukarıdaki örneklerde suç sayılan ögeler, aynı zamanda günah mıdır? Bu kararı devlet veya hukuk otoritesi vermeli midir? Günahına karşılık cezayı müeyyide uygulanmalı mıdır? 

Cevap, kesinlikle “hayır” olmalıdır. 

Hüküm ve yargılama mercii Allah olan alana, dünyevi hiçbir güç ve otorite karışamamalıdır. Çünkü kullarına o özgürlüğü tanıyan Yüce Merciiden rol çalmanın bir gerekliliği yoktur. Onun için laiklik önemli bir ilkedir. Bireyin özgürlüklerinin kısıtlanmasının önüne geçer. 

Gelelim ayıp kavramına! Bir kere “ayıp” kavramı, sosyal bir varlık olan insanın toplumsal hayatına yön veren, yazılı olmayan fakat özümsenen kurallar manzumesine girer. Müthiş bir sosyal otokontrol mekanizmasını devreye sokar. Toplumdan topluma, bölgeden bölgeye, kırsaldan şehre değişkenlik de arz eder. Öyle ayıplar vardır ki; ne suçtur, ne de günah! Yine örneklerle açıklayalım…

Mesela bir patron sekreteriyle, bir işveren çalışanıyla, bir öğretmen veya üniversite hocası öğrencisiyle, bir doktor hastasıyla vs gönül ilişkisine girmişse, evlilik yapsalar dahi, ayıplanmalıdır. Baktığınızda bu eylem ne suç, ne de günah olarak durur karşınızda! İki gönül bir olmuşsa, kime ne? Diye olay hafife alınabilir. Özünde masum olaylar gibi gözüken bu eylemler dahi ayıplanmalıdır!.. Çünkü samimiyet yoktur. Mecburiyetten ve fırsattan yararlanma vardır. 

Hepsinden önemlisi meslek ahlakından yoksunluk söz konusudur. 

Fakat bu konuda toplumsal yargı, acımasız bir çifte standart uygulamaktadır. Kişinin sosyal statüsüne, zenginliğine, şöhretine ve gücüne göre hükümler değişmektedir. 

Hırsızlık, nitelikli dolandırıcılık boyutlarına erişebilmekte, yasal boşluklardan yararlanarak veya yasalarla uygun zemin hazırlanarak suç olmaktan dahi çıkarılabilmektedir. 

"Hizmet ediyor veya hayır işliyoruz!"mantığı ile ortaya çıkan psikolojik tatminiyet, bir süre sonra ilgili kişiler üzerinde her türlü haksızlığı caiz görür hale getirmektedir. İşte toplumsal ahlakı çökerten bu hususlar toplumun gözünden kaçmakta ve neyin çürümeye neden olduğu teşhisi doğru konulamamaktadır. 

Günah, Suç ve Ayıp kavramlarını da, torba yasa çıkarmaya pek düşkün olduğumuzdan bu yana aynı kategoriye koyduk. Ve bu alandaki bütün hukuksuzlukların çözümünü, Allah’a havale etmeye başladık. Kuşkusuz ki Allah yorulmaz, lakin meramımı anlatmak için o ifadeyi kullanıyorum! Yarın Huzuru İlahi’de Müslümanlar olarak Allah’ı en çok biz yoracağız da ona yanarım…  


Hayati YAMAN

Yorumlar

Popüler Yayınlar