TERBİYESİZ

Tek kelimelik bu söz söyleyeni, söyleneni ve işiteni farklı boyutlarda etkiler, şüphesiz!

Söyleyen kendisini tatmin etmiş, fiziksel şiddet uygulama gücü varken kendini frenlemiş olmanın anlık tesellisini yaşıyordur, övünçle... Oysa kendisinin üst varlık olduğunu ve itham sahibini aşağılamış olduğunu belki de hiç düşünmemiştir. Ya da bizzat o amaçla kullanmıştır “Terbiyesiz” sözünü! Çünkü sadece hakaret ederek sözlü şiddet uygulamamış, karşısındakinin kişiliğine darbe vurmuştur. 

Söylenen, eğer sıklıkla duyup kendisini arsız ve umarsız kılmamışsa ezilip büzülür, gözleri karşısındakine bakamaz, başı öne eğilir. “Yer yarılsa da yerin dibine geçsem!” diye dua eder. Oysa bu aşağılanmışlığa hiç aldırış etmeden başını dik tutmalı, söyleyenin üst varlık olmadığını kabul etmediği için gözlerini muhatabının gözlerinden hiç ayırmamalı idi. Lakin genellikle bu sözü işitenler hep küçükler ve çocuklar olduğu için o donanım ve birikime henüz sahip olmadıklarından sürekli kişilikleri zedelenerek büyümektedir onlar… 

İşiten o kelimeyi duyar duymaz irkilir ve hemen dikkat kesilir. O yöne doğru bakar ve olaya sessizce şahit olur. Ortada kanıksadığı anlamda bir şiddet yoktur ve müdahale gerekmez, diye düşünür. Toplumsal ahlak ve bir eğitim yöntemi, sosyal dokumuzun otokontrol mekanizması olarak bakar. Çünkü muhataplar ebeveyn-çocuk, öğretmen-öğrenci, abi-kardeş veya büyük-küçük kıyaslamasını çabucak yapabilecek düzeyde şahıslardır… 

Bu konuyu ele almama vesile olan sevgili dostum, gardaşım ve örnek aldığım eğitimci meslektaşım Ekrem SAKIN’ın “İnsan terbiye edilemez bir varlıktır. İnsan eğitilir ama asla terbiye edilemez. Büyükler sadece küçükleri terbiye ettiklerini zannederler. Belli bir yaşa kadar olay başarılı bir şekilde ilerliyor zannedilir. Ama gizli faaliyetlere dönüşerek ilerler. Yaş ilerleyip, -bana karışmayın artık- evresi devreye girince hiç mesafe kat edilmediği görülür. Büyükler sonuçta başaramadıklarını anlayınca da zaten iş işten geçmiştir. Ve terbiye asla eğitim değildir. Terbiye üst varlık tarafından, alt varlığa uygulanır. Eğitim ise eşit varlıklar arasında uygulanan bir disiplindir.” sözleridir.

Çok hoşuma giden bu sohbet sonrası dikkatim daha da bu olaya yoğunlaşınca konunun üzerine eğilmek bana boyun borcu oldu. 

Terbiye ve Rab aynı kökten gelen kelimelerdir. Rab, Yüce Allah’ın isimlerinden birisidir. Sahip, Efendi, İdareci, İlah, Yaratıcı anlamlarına gelir. Pek çok kelimenin türemesine de katkı sağlar. (Kur’an Sözlüğü/Mehmet OKUYAN Sayfa:360) Bunlardan birisi de, rbw kökünden gelen “terbiya” kelimesidir. Büyütme, yetiştirme, eğitme, suda yumuşatma, anlamları içerir. Etin lezzet ve kıvamının arttırılması işlemlerine, atların koşu takımlarında onlara yön vermeyi sağlayan kontrol düzeneğine de terbiye denir. 

Rab; Mekke’de nazil olan ayetlerde inmiş olup, Yüce Rabbimizin sahipsiz olan Müslümanları sahiplenen bir dille kendisinden söz etmesidir. Yani sahiplenen üst varlık bizi terbiye eder. Bizim kodlarımızı, zaaflarımızı, aksayan yönlerimizi, sapma ve çizgiden çıkma noktalarımızı, yetenek ve geliştirilebilir yönlerimizi çok iyi bilen BİRİ bizi terbiye eder. O da asla ezmeden, kişiliğimizi yok etmeden, hürriyetimizi kısıtlamadan ve en önemlisi bize şiddet uygulamadan yapar bu eylemi… 
Yukarıdan aşağı, tepeden inme, baskıcı, otoriter ve totaliter bir yöntemle değil, aşağıdan yukarı doğru, içselleştirerek, ikna yollu ve geliştirilebilir bir kabullenme ile yapar bu disiplini… Onun için ilk mesaj OKU dur. Ardından Kalem ile yazmaya vurgu gelir. Sonra öğrendiklerini hayata geçir ve sözün havada kalmasın, tesirli olsun ilkesini ortaya koyar. Ve hepsinin kontrolü için bir lütuf olarak bize yüklenmiş olan, kullanıldıkça açılan bir vahiy olan akla atıfta bulunulur. İşte Rabbin terbiyesi böyle muhteşem ve böyle kusursuz olur. 

Oysa biz Allahtan rol çalarak insanı terbiye etmeye kalktık. Haliyle onun da hakkını veremedik. Veremezdik zaten. Biz birbirimizi eğitmeliydik. İlkel kabilelerde ve evrimini henüz istenilen boyutlarda tamamlamamış toplumlarda dayak dahi bir terbiye ve onunla eş anlamlı görüldüğü için eğitim unsuru olarak kabul görmektedir. Oysa dayakla, aç bırakılmayla, işkenceyle ve şartlı ödüllendirme ile köle tarzında insanlar yetiştirmiş olunuyor. Sirk hayvanları o zevk-ü sefa danslarını, seremonilerini nasıl yapıyorlar zannediyorsunuz? Onların gösteri öncesi antrenman işkenceleri insanın yüreğini burkuyor. İşte insana uygulanan güya eğitim modeli kabul edilen terbiye ismi ve yöntemleri de yürek burkan bir konumdadır.

Milli Eğitim Bakanlığı’ nın dahi “Talim Terbiye…” adında alt birimi var. Ne kadar rahatsız edici bir sıfat değil mi? Talim Terbiye!... Seni ben terbiye ederim nasıl hareket edeceğine, nasıl düşüneceğine, neyi okuyacağına, neler yazacağına ve söyleyeceğine ben karar veririm. Nasıl davranacağının ve nasıl hareket edeceğinin talimini ben yaptırırım. Sen onları taklit edersin, demeye varıyor iş!... En azından kurumsal yapının ismi değiştirilebilir.

Bunu söylerken rüştüne erişmemiş çocuklarımızı başı boş yetişelim ve isteyen istediğini yaşasın, istediği her şeyi yapsın demek istemiyorum. Elbette okul öncesi, ilkokul ve ortaokul dönemlerimde genel ahlak normları zaten bireyin fıtratına uygun şekilde verilmektedir. Kısmen Lise ve Üniversite dönemlerinde baskıcı ve fıtrata aykırı gelen tek tip insan yetiştirme uygulamaları, düşünce ve fikir özgürlüğü kısıtlamaları, sansür, sosyal medya takipleri, karşıt görüşlere tahammülsüzlük gibi uygulamalar, insanı terbiye etmeye kalkışılan unsurlardır. Ve insanı tesviye edilmiş, planyadan çıkmış keresteye çevirmektedir. Oysa insan gerçekte terbiye edilmediği için sadece öyle gözükmeyi öğrenmiştir artık. Onun için de otorite olarak gördüğü terbiye edicisi karşısında öyle gözüküyor, gizli ve saklıda her haltı hem de inadına daha fala yapıyordur artık. Bunun farkında olanlar, otoriteye boyun eğmeyenler, tavandan taban doğru dizaynda sadece ve sadece Allah’ın terbiyesine boyun bükenler ise tarih boyunca hep yok edilmişleridir. Ya idam edilmişler, ya işkencelere maruz kalmışlar, ya zindanlarda çürütülmüşler, ya da tecrit edilmişlerdir…

Bu durum ülkemizin ve otoriter toplumların bir türlü teşhis koyamadığı baş belası bir sorundur. Çünkü sinsice ve kimsemizin farkına varmadan iliklerimize kadar işler. Görünür şahane, lakin arka plan berbattır. Hatta namaz kılan hırsız, oruç tutan merhametsiz, kurban kesen sahtekar, ahlaksız Müslüman türetir. İki yüzlü bireyler, münafık tipli insanlar doğurur.

Okumaya ve kişinin kendisini eğitmeye daha fazla önem vermesi gerektiğini, taklitçi zihniyetten kurtulup yaratıcı olması gerektiğini, kula kulluk etmeyen, devlet dahil, hiçbir unsuru tanrılaştırmayan ve kendisini terbiye ettirmeyen özgür ve hür düşünceli bireyler yetişsin istiyorum. Tam da bu noktada Atamızın “Fikri hür, vicdanı hür nesiller…” yetiştirme bilinci ile yeni nesilleri bizlere emanet ettiği için öğretmenliğin ne kadar önemli bir meslek olduğunu bir kez daha belirtmek istiyorum. 

Ağabeysek/Ablaysak kardeşimize, ebeveynsek çocuğumuza, öğretmensek öğrencimize, yöneticiysek yönetimimizdekilere, büyüksek küçüklerimize asla -Terbiyesiz- demeyelim olmaz mı? Bizi kimin ve ne şekilde terbiye ettiğini unutmayalım olmaz mı? Bir birimizin eğitimine katkı sunalım. 

Birbirimizi eğiterek, bizim dışımızdakileri biz terbiye edeceğiz ve dünyayı cennete çevireceğiz. Bu bizim ev ödevimiz. Burayı cennete çevirmeden cenneti hak etmenin boş beleş bir hayal olduğunu anlayalım ne olur? Anladığımızda da, iş işten geçmiş olmasın ne olur? 

Sizi seviyorum can dostlarım. Bayramınızı en içten dileklerimle kutluyor, sağlık esenlik ve huzur getirmesini temenni ediyorum.


Hayati YAMAN 

Yorumlar

  1. Sonuna kadar bir solukta okudum. Sadece bir ekleme yapmak isterim. Eğitemeyen büyüklere ilk tepkisi hep "terbiyesiz" olmuştur. Buradan da anlaşılacağı gibi yine suçlu çocuk,ah bu büyükler hiç hata yapmazlar :) :)

    YanıtlaSil
  2. Saygıdeğer kardeşim
    TEŞEKKÜRLER.
    K.GÜR

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.

Popüler Yayınlar