Şikayet-1
EY NEBİM. SAYGIDEĞER RESULÜM. EN SEVGİLİM…
Sesimi duyar mısın, şikayetimi alır mısın? Bilmem, bilemem ama güneşi ayı, yıldızları, geceyi gündüzü, zamanı, insanları ve nihayetinde Rabbimi şahit tutarak yazıyor ve Ümmetini sana şikayet ediyorum Eyy Sevgili Önderim!
-63 yıllık ömründe seni bir türlü okuma yazma öğrenememiş bir Peygamber olarak sundular bize! Evet sen ümmi idin. Ama ümmi demek Mekkeli de demekti(En’am-92 Bu ayette Mekke, Ümm-ül Kura=şehirlerin anası olarak verilir). Ümmi demek anadan doğmuş gibi tertemiz de demekti(Fetih-2). Ümmi demek din adına kutsal metinlerle hiç tanışmamış da demekti(Şura-52). Bunların hepsi de sana uygundu… Ama ümmet olarak biz ısrarla okur yazar olmamayı tercih etmiştik, ettirilmiştik. Cahil olmayı, dahası 50-60 yıl cahil kalan olmayı tercih ettirmiştik sana!!! Niye? Çünkü vahyi bozmadan aktarmış olmanın bir gerekçesi olarak güya güven aşılıyorduk insanlığa! Oysa Hakka-45 ve 46 yı, bir kere anlayarak okusak Hz. Peygamberimiz değil okur yazar olmak, Profesör bile olsa, asla Kur’anı değiştiremezdi.
Hem sen iş kadını olan Hz. Hatice annemizin CEO suydun aynı zamanda! Okuma yazma bilmeden o işleri nasıl yapacaktın değil mi Sevgili Nebim?
-Seni Hz. Aişe annemizle 6 yaşında nişanlıyor ve 8 yaşında evlendiriyordu bizim kaynaklar! Uçkur düşkünü zevatın bu durum öyle hoşuna gidiyordu ki, anlatamam! Tabi ki bu arada batılılar ve ateistler de zil takıp oynuyordu, “Müslümanların peygamberi pedofili…” diye. Oysa onlarca bilimsel ve akademik makale yayımlayan hocalarımız vardı Aişe annemizin yaşının en az 18 ve kuvvetle muhtemel 20 olduğuna dair. Ama sesi gür çıkan güruh o hocalarımızı da sapık ilan ediyordu!!!
-Senin ilk eşin Hz. Hatice annemiz de 40 yaşında diye sunuluyordu bize. Menopoza eskiden 46-48’li yaşlarda giriliyordu. Bu gün 50 yaşında girilmesine rağmen 10 yıllık süreye 6 çocuk sığdırabiliyorlardı!!! Ve güya senin pedofili olduğunu dillerine dolayarak alay eden müsteşrikler ve ateistler bu defa işlerine gelmediği için bu hususun yanından bile geçmiyordu. Oysa açıkça belli idi ki Hz. Hatice annemiz de 35-36’lı yaşlarda idi. Yani Aişe annemizin yaşındaki problem, burada da karşımıza çıkıyordu. Tek fark buradan birilerine ekmek çıkmıyordu?
-Senin en güzel hadisin Kur’an iken(Zümer-23), Sen Onun en güzel ve en iyi yaşayanı iken, bu özelliğin ile ümmetin rol modeli iken(Ahzab-21), bu ümmet senin adına dünya kadar uydurma rivayeti hadis diye kabul eder hale getirilmişti! Bunlar Kur’ana aykırı, hadis olamaz diyen hocaları haşa Peygamber düşmanı ve hadis inkarcısı olarak takdim ediyorlardı.
-Sen bize Kur’an bırakmıştın. Biz ise senin şikayetine konu edineceğin üzere Kur’anı yalnızlığa terk etmiş ve kutsayarak ona dokunulmazlık kazandırmış ve hayatın dışına çıkarmıştık.(Furkan-30)
-Sen bölünüp parçalanmayın, dağılmayın. Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın diyordun(Al-i İmran-103). Parçalanmak Firavun ahlakıdır diyordun(Kasas-4). Bu ümmet senin ağzından “Sahabemin her biri gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, sizi Allah’a götürür.”, “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak içlerinden sadece biri kurtulacak.”, “Ayrılık ve tefrikada da rahmet vardır.” Tarzında sözleri bize hadis diye çakıyor ve adeta param parça olmamıza neden olunuyordu. Haşa bir de bu bölünmüşlük kaderimiz gibi sunuluyordu. Ve artık Sen yeniden gelsen, ne bizi Müslüman olarak tanıyabilecektin? Ne de kendi gurubumuzdan olmadığın için biz Seni Müslüman sayacaktık? Durum o kadar vahimdi!!!
-Sen “Kızım Fatıma, babam peygamber diye bana güvenme. Kendi ameline bak yavrum. İnan ki, Mahşerde senin için hiçbir şey gideremem.” Diyordun(Lokman-33, İnfitar-19, Bakara-123 ayetlerinin tefsiri olarak). Bu ümmetin “kanaat önderleri!” ise, “Takılın bize hayatınızı yaşayın, cennetiniz de garanti…” diyordu.
-Sen ashabının arkadaşı idin, onlara o kadar benziyordun ki(Necm-2), seninle tanışmaya gelen yabancılar; “Hanginiz Muhammed?” diye soruyordu! Senin varisin olduğunu iddia edenler ise koruma orduları ile siyah, 4*4 araçları ile “Ben buradayım diye bangır bangır bağırarak geliyorlar.”
-Sen çekinerek ve sıkılarak yanına gelen sahabene “Ne ezilip büzülüyorsun, neden titriyorsun? Ben de senin gibi Allah’ın bir kuluyum. Ben de senin gibi kuru et yemiş bir kadının oğluyum.” diyordun, şefkat merhamet, adalet ve tevazu timsali olarak(Araf-158). Senin izinden gittiklerini, sünnetinden bir tane bile eksik yapmadıklarını iddia edenler ise, insanları yanlarına iki büklüm alıyorlardı…
-Sen “Ya Resülallah bu konudaki görüşünüz vahiy değilse; bunu tartışalım, ortak akıl ve istişare ile karar verelim.” diyen -vahye karşı boynu kıldan ince, diğer hususlarda ise özgüvenli ve akılcı bir ashab/nesil yetiştirirken- ümmetinin, cemaat tarikat tedrisat ve hatta siyaset hocaları çoğunlukla, talebelerini ve öğrencilerini “Sus otur yerine yaşın ne başın ne?” diye silik ve ezik yetiştiriyor ya da kayıtsız itaat kültürü ile sorgulamayan, araştırmayan, doldur boşalt taktikli mankurt insanlar/nesiller yetiştiriyordu.
-Sen önce kulluğu, sonra elçiliği seçiyor ve “Abduhu ve Resuluhu” söylettiriyordun.(Kelime-i şehadet) Ümmetinin kanaat önderi olduğunu iddia edenler ise kendilerini havas/seçilmiş halkı ise avam/sıradan şeklinde sınıflandırarak kast sistemi oluşturuyor ve ruhbanlığa tavan yaptırıyordu.
-Sen “Ben ancak bana vahy edilene uyarım(En’am-50), ben peygamberlerin ilki değilim(Ahkaf-9).” diyordun. Bu ümmetin yetkinleri ısrarla seni Allah’ın yanında dinde hüküm koyucu olarak sunuyordu. “Kur’an ve Sünnet birbirinin kopyası ve aynısı iken, bir dünya uyduruk rivayet, Kur’an yanında bunlar da sünnet diyerek, hatta bunlar da vahiy gibidir, Kur’an da olmayan vahiydir, onlar da korunmuştur diyerek” dine sokuluyordu. Artık din çelişkilerden geçilemez hale getiriliyordu…
Eee o zaman haliyle şalvar, sarık, cübbe, sakal, hurma, zem zem, deve sidiği sünnet oluyor. Taklit, tahkikin önüne geçiyor. Kaporta motordan, kabuk içerikten daha önemli hale geliyordu. Hatta devenin yavrusu sütünü içiyor, bizim saf müslümanlar idrarını içiyordu. Dahası hepsi önemli olan, sidiği bile kıymetli olan deve nin kendisi niye yoktu hayatlarında? Oysa Sen deveye binmiştin ve o da sünnetti! Çünkü ona bakmak, ilgilenmek gerekiyordu. O iş zahmetli idi.
-Kana kana bir su içmeye kalksak bize sünnet diye acı bir reçete sunuyorlardı! Resmen uygulamaya kalksak su içme iştahımız gidiyordu. Başlamadan şu duayı oku, otur ya da çömel, üç yudumda iç, ortasına gelince şu duayı oku… derken, su içmekten vaz geçtim diyesi geliyordu insanın! Oysa enerjimizi bunlarla mı harcamalıydık?
-Evden sol ayakla çıkmak, ayakkabıyı ise sağ ayakla giymeye başlamak sünnetti! Yere basmadan, çorabı kirletmeden başarabilene aşk olsundu!!!
-Kertenkeleyi öldürme şekline göre sevaplarımız katlanıyordu! Kedi köpek, zinhar yasak ve haramdı. Onların beslendiği eve melek giremiyordu!!! Ve artık bunları uyduranların gözleri aydın olsun, Senin ümmetin hayvan sevemez olmuştu…
Oysa Sen, kuşu ölmüş olan bir çocuğa taziyeye gidiyordun!!!
-Senin evlatlığın vardı. Onu evinde yedirmiş, içirmiş, besleyip büyütmüştün. Bu örnekliğin olmasına rağmen, uydurukçular kına yaksınlar artık ümmetin gönül rahatlığı ile evlatlık da alamıyordu! Çünkü haremlik/selamlık vardı, nikah düşme meselesi vardı, çocuklar vardı, miras vardı, derken bu insani değer de Müslüman mahallesinden göç etmişti…
-Sen küçük çocuğa beddua ederek onu kötürüm yapmıştın! Öyle gaddar ve zalimdin! Ayrıca da gizli güçlerin vardı senin! Hatta parmaklarından su akıtıyor sahabeni suluyordun! Bir lokma bir kase yemek ile ashabını doyuruyordun! Haşa illizyonist gibiydin! Ama ne hikmetse gerçek hayatta Uhud savaşında çift zırh giyiniyor, hatta savaşta dişin bile kırılıyordu. 450-500 km lik hicret yolculuğunu uçmadan kaçmadan bizzat çile çekerek bin bir zahmetle yapıyordun. Yakalanmamak için akıl dehası stratejik planlar yapıyordun. Ama bu ümmetin uluları, senin sahte ve hilebaz temsilcilerin(!) daha doğrusu temsilcin olduğu iddiasında bulunan kıllı zatlar, kendilerine paye çıkarmak için seni uçurup kaçırmaya devam ediyordu.
Hayati YAMAN
Sesimi duyar mısın, şikayetimi alır mısın? Bilmem, bilemem ama güneşi ayı, yıldızları, geceyi gündüzü, zamanı, insanları ve nihayetinde Rabbimi şahit tutarak yazıyor ve Ümmetini sana şikayet ediyorum Eyy Sevgili Önderim!
-63 yıllık ömründe seni bir türlü okuma yazma öğrenememiş bir Peygamber olarak sundular bize! Evet sen ümmi idin. Ama ümmi demek Mekkeli de demekti(En’am-92 Bu ayette Mekke, Ümm-ül Kura=şehirlerin anası olarak verilir). Ümmi demek anadan doğmuş gibi tertemiz de demekti(Fetih-2). Ümmi demek din adına kutsal metinlerle hiç tanışmamış da demekti(Şura-52). Bunların hepsi de sana uygundu… Ama ümmet olarak biz ısrarla okur yazar olmamayı tercih etmiştik, ettirilmiştik. Cahil olmayı, dahası 50-60 yıl cahil kalan olmayı tercih ettirmiştik sana!!! Niye? Çünkü vahyi bozmadan aktarmış olmanın bir gerekçesi olarak güya güven aşılıyorduk insanlığa! Oysa Hakka-45 ve 46 yı, bir kere anlayarak okusak Hz. Peygamberimiz değil okur yazar olmak, Profesör bile olsa, asla Kur’anı değiştiremezdi.
Hem sen iş kadını olan Hz. Hatice annemizin CEO suydun aynı zamanda! Okuma yazma bilmeden o işleri nasıl yapacaktın değil mi Sevgili Nebim?
-Seni Hz. Aişe annemizle 6 yaşında nişanlıyor ve 8 yaşında evlendiriyordu bizim kaynaklar! Uçkur düşkünü zevatın bu durum öyle hoşuna gidiyordu ki, anlatamam! Tabi ki bu arada batılılar ve ateistler de zil takıp oynuyordu, “Müslümanların peygamberi pedofili…” diye. Oysa onlarca bilimsel ve akademik makale yayımlayan hocalarımız vardı Aişe annemizin yaşının en az 18 ve kuvvetle muhtemel 20 olduğuna dair. Ama sesi gür çıkan güruh o hocalarımızı da sapık ilan ediyordu!!!
-Senin ilk eşin Hz. Hatice annemiz de 40 yaşında diye sunuluyordu bize. Menopoza eskiden 46-48’li yaşlarda giriliyordu. Bu gün 50 yaşında girilmesine rağmen 10 yıllık süreye 6 çocuk sığdırabiliyorlardı!!! Ve güya senin pedofili olduğunu dillerine dolayarak alay eden müsteşrikler ve ateistler bu defa işlerine gelmediği için bu hususun yanından bile geçmiyordu. Oysa açıkça belli idi ki Hz. Hatice annemiz de 35-36’lı yaşlarda idi. Yani Aişe annemizin yaşındaki problem, burada da karşımıza çıkıyordu. Tek fark buradan birilerine ekmek çıkmıyordu?
-Senin en güzel hadisin Kur’an iken(Zümer-23), Sen Onun en güzel ve en iyi yaşayanı iken, bu özelliğin ile ümmetin rol modeli iken(Ahzab-21), bu ümmet senin adına dünya kadar uydurma rivayeti hadis diye kabul eder hale getirilmişti! Bunlar Kur’ana aykırı, hadis olamaz diyen hocaları haşa Peygamber düşmanı ve hadis inkarcısı olarak takdim ediyorlardı.
-Sen bize Kur’an bırakmıştın. Biz ise senin şikayetine konu edineceğin üzere Kur’anı yalnızlığa terk etmiş ve kutsayarak ona dokunulmazlık kazandırmış ve hayatın dışına çıkarmıştık.(Furkan-30)
-Sen bölünüp parçalanmayın, dağılmayın. Topluca Allah’ın ipine sımsıkı sarılın diyordun(Al-i İmran-103). Parçalanmak Firavun ahlakıdır diyordun(Kasas-4). Bu ümmet senin ağzından “Sahabemin her biri gökteki yıldızlar gibidir. Hangisine uyarsanız, sizi Allah’a götürür.”, “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak içlerinden sadece biri kurtulacak.”, “Ayrılık ve tefrikada da rahmet vardır.” Tarzında sözleri bize hadis diye çakıyor ve adeta param parça olmamıza neden olunuyordu. Haşa bir de bu bölünmüşlük kaderimiz gibi sunuluyordu. Ve artık Sen yeniden gelsen, ne bizi Müslüman olarak tanıyabilecektin? Ne de kendi gurubumuzdan olmadığın için biz Seni Müslüman sayacaktık? Durum o kadar vahimdi!!!
-Sen “Kızım Fatıma, babam peygamber diye bana güvenme. Kendi ameline bak yavrum. İnan ki, Mahşerde senin için hiçbir şey gideremem.” Diyordun(Lokman-33, İnfitar-19, Bakara-123 ayetlerinin tefsiri olarak). Bu ümmetin “kanaat önderleri!” ise, “Takılın bize hayatınızı yaşayın, cennetiniz de garanti…” diyordu.
-Sen ashabının arkadaşı idin, onlara o kadar benziyordun ki(Necm-2), seninle tanışmaya gelen yabancılar; “Hanginiz Muhammed?” diye soruyordu! Senin varisin olduğunu iddia edenler ise koruma orduları ile siyah, 4*4 araçları ile “Ben buradayım diye bangır bangır bağırarak geliyorlar.”
-Sen çekinerek ve sıkılarak yanına gelen sahabene “Ne ezilip büzülüyorsun, neden titriyorsun? Ben de senin gibi Allah’ın bir kuluyum. Ben de senin gibi kuru et yemiş bir kadının oğluyum.” diyordun, şefkat merhamet, adalet ve tevazu timsali olarak(Araf-158). Senin izinden gittiklerini, sünnetinden bir tane bile eksik yapmadıklarını iddia edenler ise, insanları yanlarına iki büklüm alıyorlardı…
-Sen “Ya Resülallah bu konudaki görüşünüz vahiy değilse; bunu tartışalım, ortak akıl ve istişare ile karar verelim.” diyen -vahye karşı boynu kıldan ince, diğer hususlarda ise özgüvenli ve akılcı bir ashab/nesil yetiştirirken- ümmetinin, cemaat tarikat tedrisat ve hatta siyaset hocaları çoğunlukla, talebelerini ve öğrencilerini “Sus otur yerine yaşın ne başın ne?” diye silik ve ezik yetiştiriyor ya da kayıtsız itaat kültürü ile sorgulamayan, araştırmayan, doldur boşalt taktikli mankurt insanlar/nesiller yetiştiriyordu.
-Sen önce kulluğu, sonra elçiliği seçiyor ve “Abduhu ve Resuluhu” söylettiriyordun.(Kelime-i şehadet) Ümmetinin kanaat önderi olduğunu iddia edenler ise kendilerini havas/seçilmiş halkı ise avam/sıradan şeklinde sınıflandırarak kast sistemi oluşturuyor ve ruhbanlığa tavan yaptırıyordu.
-Sen “Ben ancak bana vahy edilene uyarım(En’am-50), ben peygamberlerin ilki değilim(Ahkaf-9).” diyordun. Bu ümmetin yetkinleri ısrarla seni Allah’ın yanında dinde hüküm koyucu olarak sunuyordu. “Kur’an ve Sünnet birbirinin kopyası ve aynısı iken, bir dünya uyduruk rivayet, Kur’an yanında bunlar da sünnet diyerek, hatta bunlar da vahiy gibidir, Kur’an da olmayan vahiydir, onlar da korunmuştur diyerek” dine sokuluyordu. Artık din çelişkilerden geçilemez hale getiriliyordu…
Eee o zaman haliyle şalvar, sarık, cübbe, sakal, hurma, zem zem, deve sidiği sünnet oluyor. Taklit, tahkikin önüne geçiyor. Kaporta motordan, kabuk içerikten daha önemli hale geliyordu. Hatta devenin yavrusu sütünü içiyor, bizim saf müslümanlar idrarını içiyordu. Dahası hepsi önemli olan, sidiği bile kıymetli olan deve nin kendisi niye yoktu hayatlarında? Oysa Sen deveye binmiştin ve o da sünnetti! Çünkü ona bakmak, ilgilenmek gerekiyordu. O iş zahmetli idi.
-Kana kana bir su içmeye kalksak bize sünnet diye acı bir reçete sunuyorlardı! Resmen uygulamaya kalksak su içme iştahımız gidiyordu. Başlamadan şu duayı oku, otur ya da çömel, üç yudumda iç, ortasına gelince şu duayı oku… derken, su içmekten vaz geçtim diyesi geliyordu insanın! Oysa enerjimizi bunlarla mı harcamalıydık?
-Evden sol ayakla çıkmak, ayakkabıyı ise sağ ayakla giymeye başlamak sünnetti! Yere basmadan, çorabı kirletmeden başarabilene aşk olsundu!!!
-Kertenkeleyi öldürme şekline göre sevaplarımız katlanıyordu! Kedi köpek, zinhar yasak ve haramdı. Onların beslendiği eve melek giremiyordu!!! Ve artık bunları uyduranların gözleri aydın olsun, Senin ümmetin hayvan sevemez olmuştu…
Oysa Sen, kuşu ölmüş olan bir çocuğa taziyeye gidiyordun!!!
-Senin evlatlığın vardı. Onu evinde yedirmiş, içirmiş, besleyip büyütmüştün. Bu örnekliğin olmasına rağmen, uydurukçular kına yaksınlar artık ümmetin gönül rahatlığı ile evlatlık da alamıyordu! Çünkü haremlik/selamlık vardı, nikah düşme meselesi vardı, çocuklar vardı, miras vardı, derken bu insani değer de Müslüman mahallesinden göç etmişti…
-Sen küçük çocuğa beddua ederek onu kötürüm yapmıştın! Öyle gaddar ve zalimdin! Ayrıca da gizli güçlerin vardı senin! Hatta parmaklarından su akıtıyor sahabeni suluyordun! Bir lokma bir kase yemek ile ashabını doyuruyordun! Haşa illizyonist gibiydin! Ama ne hikmetse gerçek hayatta Uhud savaşında çift zırh giyiniyor, hatta savaşta dişin bile kırılıyordu. 450-500 km lik hicret yolculuğunu uçmadan kaçmadan bizzat çile çekerek bin bir zahmetle yapıyordun. Yakalanmamak için akıl dehası stratejik planlar yapıyordun. Ama bu ümmetin uluları, senin sahte ve hilebaz temsilcilerin(!) daha doğrusu temsilcin olduğu iddiasında bulunan kıllı zatlar, kendilerine paye çıkarmak için seni uçurup kaçırmaya devam ediyordu.
Hayati YAMAN
Yorumlar
Yorum Gönder
Lütfen yorumlarınızı bizimle paylaşınız. Yorumlarınız bizler için çok değerli. Onaylama işlemi zaman alabilir. Hakaret içeren yorumlar onaylanmayacaktır.