BEHZAT Ç. YALNIZLIĞI

 


Kızı Berna’nın ölümü, Esra’nın gidişi…

Behzat’ın yalnızlığı bir kader değil, bir yas hâlidir.

Her kayıptan sonra biraz daha sessizleşir, biraz daha içine kapanır.

O artık insanlara değil, anılarına konuşur.

Belki de o yüzden sesi hep kısık, gözleri hep yorgundur. Çünkü bazı acılar bağırmaz; sadece insanın içinde sessizce büyür. Bir köşede sigarasını yakarken aslında dumanı değil, geçmişini içine çeker.

Bir sokak lambasının altında yürürken kimse bilmez; aklından Berna’nın çocuk kahkahası geçmiştir az önce.

O, sevdiği herkesi bir şekilde toprağa ya da zamana bırakmıştır.

Ve her defasında biraz daha eksilmiştir.

Ama yine de sabah kalkar, görevine gider. Çünkü acı da bir görev gibidir; bazen yaşamak, sadece devam etmektir.

Biz onu sert, asi, küfürbaz sanırız ama aslında içindeki çocuk hâlâ “baba” demesini bekler.

Kimse duymaz o sesi, o yüzden kendi kendine yaşlanır. Her kayıptan sonra biraz daha sessizleşir, biraz daha içine kapanır.

O artık insanlara değil, anılarına konuşur.

Ankara’nın soğuğu gibi bir yalnızlığı vardır; dışarıdan sert, içten çürüyen cinsten.

Sokak lambalarının altında yürürken şehir de onunla birlikte susar. Behzat Ç.’nin yalnızlığı bir yenilgi değil, bir direniştir.

Ankara’nın o puslu havasında, insanın kendine bile yabancılaştığı bir dünyada, hâlâ dürüst kalabilmenin cezasıdır bu yalnızlık.

O, kötülüğün arasında bile iyiliği savunmaya çalışan bir adamdır.

Ve belki de bu yüzden hep kaybeder.

Ama kaybettikçe daha gerçek, daha insandır.

Behzat’ın yalnızlığı, Ankara’nın grisi gibidir: ne tam karanlık ne de aydınlık.

Ve biz her izlediğimizde, içimizden bir parça da onunla birlikte üşür. Sözlerimi şu şekilde sonlandırmak istiyorum:

 

“Çünkü bazen sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir.”

 

Feyza Zeynep Tural

Yorumlar

Popüler Yayınlar