EVRENİN KEŞFEDİLEBİLİRLİĞİ ve HASSAS AYARLAR
İçine
doğduğumuz evren, biz doğduğumuzda ne kazanır ya da ne kaybeder? Bu
değerlendirmeyi iki ana başlığa ayırmamız daha doğru olacaktır: Maddesel ve
fikirsel. Çünkü her ne kadar nöronlardaki elektron hareketleriyle açıkladığımız
bir beyne sahip olsak da bu elektronların yorumlanması bize madde varlığının
ötesinde bir bilinç bahşeder. Farklı kutuplardaki atom altı parçacıkların bir
taraftan diğer tarafa hareket etmesi, oksijenin veya azotun mevcut bağlarını
koparıp yeni bileşikler oluşturması ya da aksonlardan dentritlere akan
nörotransmitter maddelerin kinetik enerjisi; salt olarak değerlendirilemez.
İlk başta
sorduğumuz soruya tekrar gelelim: Evren ne kazanır ya da ne kaybeder? Öncelikle
bir madde veya atom kazanmadığında hem fikiriz. Çünkü zaten evrende 13,8 milyar
yıldır var olan atomların bir araya gelmesi sonucu ortaya çıkmışızdır. Bizim
hayata gelmemiz yeni atomları oluşturmaz veya var olan atomları yok etmez.
Sadece belli atomların gruplanmasına sebep olur. Ancak evren, biz doğduğumuzda
yeni fikirler kazanmaya başlar.
Evren öyle
bir yapıda olabilirdi ki atom veya madde olarak sabit olduğu gibi fikirsel veya
düşüncesel olarak da sabit olurdu. Dünya üzerinde var olmuş ve var olacak hiç
kimse hiçbir fikirsel farklılık ortaya çıkarmadan düz bir şekilde yaşar ve
ölürdü. Hatta belki benliğinin veya bilincinin bile farkına varmazdı. Peki
neden evren, fikirsel veri üretmeye müsaade ediyor ve bu fikirsel verilerin
kaynağı nereden geliyor?
Üretilen
bu fikirsel verilerin kaynağı evrenin ta kendisidir. Evren keşfedildikçe yeni
düşünceler ortaya çıkmaya devam ediyor. Evrenin keşfedilebilirliği -diğer bir
deyişle keşfetmeye uygun yapıya sahip olması- insanlığın bir şeyler yapmasını,
düşünceler üretmesini arzular niteliktedir. Yoksa evren; kapalı bir kutu gibi
hiçbir zaman açılamayan bir mekanizmalar düğümü olarak kalırdı ve insanlığın düşünsel
veri üretmesi, evreni keşfetmesi mümkün olmazdı.
Ne kadar
çabalarsak çabalayalım evrenin sahip olduğunun haricinde bir madde
oluşturamazken, beynimizi kullanarak evreni keşfedip yeni fikirler meydana
getirebiliyoruz.
Doğa
yasaları olarak adlandırdığımız evrenin temel çalışma yapılarını açıklayan
fiziksel yasalar, evrenin keşfedilebilirliği sonucu ortaya çıkmıştır.
Keşfettiğimiz
veya ürettiğimiz konusunda halen tartışmalar olsa da kullandığımız ve
anladığımız matematiğin evreni açıklamada çok başarılı olması ve fizik
yasalarıyla birebir uyumu, evrenin bilinmek istediğinin bir delilini daha
ortaya koyuyor.
Doğa
yasalarını ve matematiği kullanarak üretilen teknolojik makineler, en
ilkelinden en gelişmişine kadar, evrenin anlaşılabilmesinin bir sonucu olarak
önümüzde durmaktadır.
Maddesel
kütlemiz düşünüldüğünde ne kadar aciz olduğumuzu anladığımız ancak keşfettiğimiz
verilere baktığımızda da ne kadar büyük bir güce sahip olduğumuzu fark
ettiğimiz bir evrene doğduk. Keşfetmeyi isteyip de keşfedemediğimiz ya da
keşfetmek gibi bir ihtiyacı hiç duymayacağımız bir evrende var olmak yerine her
yerinde keşfedilmeyi bekleyen olgular bulunduran ve hayranlık uyandıracak
şekilde anlaşılmaya müsait yasalara sahip bir evrende var olmak gerçekten şaşırtıcı.
Evrenin
var olması ve insanlığın oluşması, gerçekten hayret verici olaylardır. Günümüzde,
bilimsel veriler elde ettikçe evrenin var oluşuyla ilgili aklımızdaki soru
işaretlerinin üzeri biraz olsun aralanıyor. Termodinamiğin ikinci yasası olan entropi
ile birlikte, evrenin düzensizliğe doğru gittiğini; dolayısıyla mutlak
düzensizlik olan bir sonu ve mutlak düzen olan bir başlangıcı olduğunu keşfettik.
Mutlak düzen noktasındaki başlangıcı ise Big Bang Teorisi ile açıkladık. Bu
teori, günümüzde halen çürütülememiş, oldukça güçlü bir teoridir. Bu teoriye göre evrenimizi oluşturan
patlamanın hemen ardındaki Plank Zaman’ında meydana gelen tepkimeleri, hidrojen
ve helyum gibi temel elementlerin ortaya çıkışını, kütle çekimine sebep olan
parçacıkların meydana gelişini, vb. mevcut bilgilerimiz sınırında
açıklayabiliyoruz. Her geçen gün yeni yapılan bilimsel keşiflerle daha da
güçlenen Big Bang Teorisi, evrenin başlangıcıyla ilgili aklımızdaki karanlık
perdenin aralanmasına katkıda bulunmaktadır.
Keşfedilen
yeni bulgular, bizlere evreni meydana getiren temel olaylardaki bazı
parametrelerde oluşacak çok küçük değişiklerin bütün süreci değiştirecek ve
hatta bir evren oluşmamasına sebep olacak etkiye sahip olduğunu söylemektedir.
Elimizde
Big Bang gibi çürütülemeyen bir teoriden yani bilimin kendisinden gelen
verilere bakıldığında insanların düşündüğü -temelde- iki seçenek olmuştur.
Bunlardan biri; bütün bu hassas ayarlamaları yapan, kudretli, ezeli ve ebedi
bir Tanrı’nın varlığının kabul edilmesidir. Diğeri ise; hassas ayarlamaların
reddedilip aslında bunda şaşırılacak bir şey olmadığını, bu parametrelerin
sürekli değiştiği sonsuz sayıdaki evrenden en optimum olanda var olduğumuzun
söylenmesidir.
Bu
tartışmaya farklı bir bakış açısı getirerek “İnsanın evrendeki yeri özel
midir?” sorusu da sorulmuştur. Brandon Carter tarafından ileri sürülen Anthropic
Principle (İnsancı İlke) ‘nin zayıf ve güçlü yorumlamalarından yola çıkarak
bütün bu evrenin insanlık için var olduğu veya insanın varlığının bir kedinin
ya da bir taşın varlığından daha önemli olmadığı ileri sürülmüştür.
Şahsi
düşüncem; teist felsefenin argümanlarının daha mantıklı olduğu yönünde. Çünkü parametrelerin
değiştiği sonsuz sayıda bir evrenin var olduğunu kabul etsek bile bunun bir
nedene ihtiyacı vardır. Buradaki neden de bir sonsuz evren üretme makinesi veya
bir başka deyişle parametre değiştirici bir sistemin olmasıdır. Dolayısıyla
sorun ortadan kalkmaz, sadece yer değiştirir. Bu sefer de sonsuz evren üretme
makinesinin neden bunu yaptığını ve bu parametrelerin varlığını nereden
bildiğini sormamız gerekir. Bu işin birinci kısmı. İkinci kısmı ise
gözlemleyebildiğimiz için mi bir şeylerin var olduğu konusu. “Ardılı doğrulama
mantık hatası”na düşüren bu argüman, aslında “Tavuk mu yumurtadan çıkar,
yumurta mı tavuktan çıkar?” döngüsü içerisinde sürekli tavuğu ve yumurtayı
neden ya da sonuç yapmaktadır.
Tüm bunlar
göz önünde bulundurulduğunda ise evrenin sadece bizler için var olmadığı ancak
bizim evrendeki yerimizin özel olduğu sonucuna varmaktayım. Zira sadece
entelektüel bir uğraş için bile bilim yapmak, nesil devam ettirmek için üremekten
daha çok zekâ gerektirmektedir.
Enfes bir beyin fırtınasına davetiye var içinde. Muhteşemsin Enesim. Caner hocamın yolunda, Fırat hocamın üslubunda lezzetli bir sunumla ağırladın bizleri. Minnettarım...
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim. Sizin gibi değerli hocalarımın aydınlattığı yoldan devam...
Sil