(UN)UTMAK
Uzunca bir aradan sonra yeniden bir şeyler karalamaya
yeniden bir giriş yapıyorum diyebilirim. Aslında tabir tam uyuşmasa da (çünkü
telefonun ve bilgisayarın hayatımızda değiştirdiği bir şey de günümüzde artık kâğıttan
kalemden ziyade notlarımızı ve daha birçok şeyi klavye ve tuşlarla ifade
ediyoruz) kendimi bir şekilde şu ana kadar sadece kendime ifade etmeye
çalışıyorum. Bu notlarımı ve diğer yazılarımı hiçbir kimseyle ve dahi kendimle
bile paylaşmamamın sebebi aslında bir şeyi kıskanmam ve onu saklamaya
çalışmamdır, diyebilirim; ama bugün bir internet sitesinde kendisinin ve başka
insanların yazılarını paylaşan bir arkadaşıma ilk defa yazmış olduğum bir “şiirimsi”
yazıyı okudum ve sanırım hoşuna gitmiş olsa gerek ki yazıyı paylaşmak
istediğini söyledi. Bundan bir sene gibi önce benden bunu istese izin vermezdim
ama bazı şeyler un olmuş olsa gerek ki şu an o kadar da saklama, gizleme
gereksinimi duymadığımı fark ettirmeden ve izin verdim. Buradan yazıyı
paylaştığı için kendisine de teşekkürlerimi iletmem gerekir.
Un olmuş demişken yaşadığım farklı, garip, güzel ama iyi son
bulmamış bir hatıramdan bahsedeyim belki siz de bu hatırada kendi hayatınıza
dair benzer şeyleri hatırlarsınız. Dediğim gibi biraz geçmişte sorsalar
herkesin yaşadığı ve yaşayabileceği bir şey olduğunu kesinlikle reddederdim ama
insan bazı şeylerin üzerinden zaman geçince olayları daha net görebiliyor belki
de geçmişe baktığında eskisi kadar net göremediği için daha sıradan
yorumlayabiliyor her neyse demem o ki şu an daha sıradan ve olağan gördüğüm bir
konuyu ele aldığımı düşünüyorum. Dedim ya zaman değirmeninde bazı şeyler un
olmuş demek ki…
Neyse daha fazla uzatıp kelimeleri daha fazla konudan uzak
açıklamalarımla yormayayım hatıradan hatırladığım bazı şeyleri size de
anlatayım.
Bundan epey bir süre önce karşı cinsten bir kişiye karşı
duyduğum farklı bir duyguya rastladım. Gerçek olduğunu ispat edemem ama şöyle
izah edeyim lise fizik dersinde optik konusunda bazı filtrelerden bahsedilir.
Yeşil filtreden sadece yeşil ışık geçebilir mesela kırmızı, turuncu, mavi, sarı
ve mor geçemez. Sanki benzer bir şekilde bende de gözlük yerine bir filtre
takmışım da hayata karşı, dünyaya karşı baktığım her şey sanki siyah-beyazmış
da sadece bir o rengarenk gibi bir duygu. Aslında ilk dikkatimi çeken şey
gülüşüydü diyebilirim. Ben ilk defa bir insanın gülerken gözlerinin o kadar
parladığını ilk defa bir gülüşün bir insana bu kadar yakıştığını gördüm desem
inanmazsınız. Hani o diş macunu reklamlarında gördüğümüz gülüşler var ya; ya da
dizi ve filmlerde o yavaşlatılan gülüşler değil benzemesi inanın bana yanından
geçemez öyle bir şey.
Gel gelelim meğer o gülüşü güzel de meğer beni beğenirmiş.
Arkadaşlarıma beni tanıyanlara beni sorarmış da onlar da bana iletmeydiyseler
de ona benden bahsederlermiş. İşin Aslı bana tam sayıyı söylememişti ama epey
bir kişiye de sormuş galiba… Gelin görün ki bu sorduğu kişilerden hiçbir kişi
de bana dair şu huyu kötüdür şu hareketleri var bazen gibi ne bir cümle
kurmuşlar ne de düşünseler de akıllarına gelmiş. (İllaki vardır kimse kusursuz
değil ama ne bileyim kimse de bir şey dememiş işte.) Gel zaman git zaman ne
oldu oldu 4 duvar arasında yalnız olmasak da yalnız kaldık. Yalnız olmasak ne
yazar ben bakınca kendimi unutuyorum o bakınca kendini unutuyor. Başladı bir
sohbet ardı arkası kesilmiyor ne hakkında konuştuk, diye bahsedecek olursam
inanın hatırlamıyorum. Dinlemedim ki, dinleyemedim ki… Durdum durdum yine
duramadım, ıkındım sıkındım tutamadım kendimi söyleyiverdim. Bir an duraksadı
ama düşünmedi ne diyeceğini biliyordu da sanki biraz ağırdan almayı istedi
sanki ama ben anladım oldu bu iş….
Epey bir süreyi beraber geçirdik iyi şeyler yaşadık çok daha
iyi şeyler de yaşadık kötü şeyler yaşadık çok daha kötü şeyler de yaşadık ama
biz hep birdik. Bazan birbirimizi kısıtlayan saçma kararlar alıyorduk ama
kararı sorgulamadan önce bir düşünüyorduk kimden gelmiş diye. İkimiz için de
biz birbirimize ne dersek o fermandı sanki olurdu öyle olması gerekiyordu çünkü
söyleyen mevzu bahis olunca bazen insan söyleyene bakmıyor sanki…
Ben aslında pek romantik biri değilim bunu biliyorum ama bu
yazıya olan yatkınlığım da aslında ondan kalmadır. Bir gün bir şairin
söyleyişine gitmiş. Şair de demiş ki sakın size şiir yazmayan bir kişi ile
evlenmeyin! Haydaaaa oldu mu bu şimdi iyiydik biz böyle…
O pek bunu benden istemedi ama yapacak bir şey yok artık
güzel bir şiir şart. İyi de ben çok şiir bilmem ki zaten sayısalcıydım edebiyat
dersini de dinlemedim, uyudum hiç pas geçmedim. Eee napcaz şimdi? Başladık bir
ucundan birkaç şiir okumaya ama oku oku da bir yere kadar hiçbiri onu
anlatmıyor ki baktım baktım beğenemedim bir tanesini beğensem bir kopya çekerim
diye düşünüyorum benzeri ama aynısı olmayanı yazarım diyorum yok bir türlü
bulamadım onu anlatan bir iki mısra. Ne kadar denesem de yazamadım çıkmadı
benden, saldım yapamıyorum dedim çekildim.
Sonra epey bir süre biz, biz olarak devam ettik. Sanki
iyiydi güzeldi de olmadık bir şey oldu ayrı düştük araya metre mesafe girse
sakınırdım kilometreler girdi epey bir uzak düştük. İlk başlarda yine devam
ettik derken olmadık bir şey daha olmuş ama bundan bir haber hala hayatıma
devam ettim. Meğer onun gönlü bir başkasına kaymış beni de artık istemiyormuş
inanmadım ki hatta epeyce bir süre de inat ettim inanmamakta. Fıtrattan mıdır
bilmem inkâr etmek sanki hep daha kolay geliyor insana. (Yanlış anlamayın sözüm
meclisten dışarı üzerinize alınmayınız lütfen şahsi kanaatimdir.) [Belki size
doğru gelir belki yanlış ama (Dini inanışım gereği yükümlü olduğum bir görev
olan namaz konusunda ben rutin olarak namaz kılan bir insan değilim ve bunun
eksikliğini umarım düzeltebilirim.) ben kıldığım namazlardan sonra bile bana
böyle bir tadı yaşattığı için dua ederken, o bilmeden başına bir şey gelmesin
diye dua edip sadaka verirken, kurulan hayallerin, görülen rüyaların adını bile
anmıyorum böyle bir şeyi yaşayınca insanın inanmaması çok da saçma değil bence.
Hele de sevdiğine inanıp teslim olduktan sonra insan ne aklından geçiriyor ne
de başka türlüsüne ihtimal veriyor. Bu yüzden inkâr etmek inanmamak bence daha
kolay yoldu ve sanırım ben de kolay olanı seçtim.]
Demem o ki şu an geriye baktığımda un olmuş bazı hatıraların
kalıntılarından kalanlardan bazıları işte bunlar. Bu arada bu un olmak da
dilime nerden takıldı anlatayım:
Derler ki unutmak un ile aynı kökenden gelirmiş…
Bir şeyi unutmak birden her şeyiyle unutmak diye bir şey
yokmuş. Unutmak yaşanan hatıraların zaman değirmeninde yavaş yavaş
parçalanmasıyla gerçekleşen işlemmiş meğer. Önce bazı küçük hatıralar gidermiş
mesela sonra bir bakarmışsın siması uzaklaşırmış insana biraz daha yabancı
gelirmiş unutulan. Bu değirmen bazen öyle hızlı işlermiş ki hatıraları onun
unuttuğu gibi çok çabuk silinirmiş. Hatta bir bakmışsın kazınıvermiş aklından
ne bir iz kalmış ne bir toz. Bazen de öyle yavaş işlermiş ki bu değirmen zar
zor ancak öğütebilirmiş e bu biraz daha çileli olurmuş zaten ama eninde sonuna
o değirmen o hatırayı un ufak edermiş derler… Ha bu arada bir ekleme daha
yapayım ilkokul hocam derdi ki UNUTULANLAR UNUTANLARI ASLA UNUTMAZMIŞ. Hep
geçmişin sayfalarına baktığında serpiştirilmiş bir avuç buğday görürmüş bazen de
onları da unutmaya kalkarmış da o kadar fire de değirmenlerde de olurmuş
zaten….
Bense de birçok hatıra şu an un ufak olmuş da sanki birkaç
buğday tanesi kamış gibi sanki bu buğdaylardan bir tanesi de yazdığım bir şiir.
Evet yazdım bir şiir ama o gittikten sonra yazabildim.
Eğer aşık mıydın diye sorarsanız estağfurullah derim ama
sevdim mi evet sevdim…
Yazıklar Olsun
Biçare bırakıp da
Giden sana da
Seni kalbimden söküp de
Atamayan bana da yazıklar olsun.
Acıyarak dönüp de
Bakan sana da
Gururunu serip de
Çiğneten bana da yazıklar olsun.
Bir kez olsun dönmeyip de
Bakmayan sana da
Gülüşüne aldanıp da
Abayı yakan bana da yazıklar olsun.
Bir nergisi görüp de
Aldanan sana da
Seni bir gonca sanıp da
Sarılan bana da yazıklar olsun.
Başkasına sarılıp da
Kıvançlanan sana da
Dört mevsim bekleyip de
Düşleyen bana da yazıklar olsun.
Doğan güneşi görmeyip de
Uyuyan sana da
Bu saate kadar uyuyamayan bana da
Yazıklar olsun …
Mehmet Emin PAKİT
Uzunca bir süredir yalnızlığa terk etmiştik bloğumuzu! Bu durum beni üzmüyor değildi! Bu paylaşımla üzüntüm bir nebze de olsa hafifledi diye son derece pragmatist bir yaklaşım sergilemek yanında;
YanıtlaSilMüthiş bir hatıra ile bizi karşılayan değerli konuk yazarımız Mehmet Emin 'e teşekkür ederim. Elbette vesile olan hikayede de konu edinilen sevgili adminim Enes'e de...
Hüzünlü sonu ile gönlümüzü un ufak eden bu yaşanmışlık öyküsü ayrı bir renk kattı bloğumuza! Bir nevi günce tutmak gibiydi. Çok etkilendim. Sevgiliyken yazılamayan şiir, ayrılınca yazılınca haliyle öfke, kin ve suçlama kokuyor. Umarım zaman her şeyi onarır Mehmet Emincim. Kalemine kuvvet, yüreğine sağlık sevgili dost. Ayrıca UGEP ekibimizde yer almanın sıcaklığıyla da bir başka geldin. Hoş geldin...
Yorumunuz için ve bloğunuzda bana da yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim Hayati hocam.
YanıtlaSil"Uzanmak " "uyku" da aynı kökten geliyor. Dertlerimizi uyutabilmek dileğiyle Mehmet Emin. Çok içten bir yazıydı. Eline sağlık.
YanıtlaSilKelime hazineme kattıklarınız ve yorumunuz için teşekkür ederim. İnşallah uyutabiliriz, diyelim :)
Sil