SIRT SIRTA



Hayat bir ağaca benzer, biz insanlarsa dallarıyız ağacın! Yeri gelecek fırtına sallayacak ağacı, yeri gelecek yağmur ve güneş kollarını genişletecek... Belki de bir kasırga kökünden sökmek isteyecek ama bizler sonuna kadar ayakta kalmaya çalışacağız, o ağaca tutunmuş olarak...

Ağaç demişken; ağaca ve yeşile bakışımız ne kadar da değişti değil mi? Arsa ve parsel için yeşili ve ağacı katletmeye başlamış ve tam da yapılaşmaya yetecek kadar parselleri yakan çevreciler olmuştuk biz!

Mensubu olduğumuz dinimiz "Yarın kıyametin kopacağını bilseniz bile bugün elinizdeki fidanı dikin" emretmemiş miydi bize? Oysa biz virüslü bilgisayar programları gibi dini ve inanç değerlerini de, din tacirlerinin satışına getirmiştik ve filtreleri ortadan kaldırmıştık. Formatlanmaya ihtiyacımız olduğunun dahi farkında değildik, duyarlılık sıfıra inmişti.

İnsanımız para uğruna, rant uğruna, yeşili ve ağacı tahrip edip yerine rezidanslar, kuleler dikmeyi, keyif çatmayı kalkınmışlık zanneder olmuştu.

Afişlerden, okulların panolarından düşmeyen "Yeşili sev, doğayı koru!" cümlesi sadece slogan olarak kalmış ve asıldığı yerde ıssızlığa terk edilmişti. Almanya'daki parklarda yeşil alanlara, çimlere basmayınız uyarısı Türkçe yazıyormuş!

Neden acaba? Çünkü sadece Türkler basıyormuş da ondan.

Pörsümüş, özelliğini yitirmiş beyinler güncellenmeli. Onlara yeniden format atılmalı. Hızla kaybolmaya yüz tutan kültür, teknoloji çağında yeniden hayata geçirilmeli ve insan aklını başına devşirmelidir. Yoksa gelişmişlik diye nitelendirilen ve insanın başını döndüren modern çağın yeni verisyonu cehalete dost oluruz.

Hani sigara bağımlısı kişilerin kanında nasıl nikotin geziniyora, kültürsüz insanların kanında da bir o kadar zehirli cehalet gezinir.

Kültür ve medeniyet demişken; çarkımızı yüzyıl geriye çevirelim ve bir Alman gazateciye kulak verelim!
Gazeteci Atatürk'e sorar:
-Bunca işi ve başarılı hamleyi nasıl başardın? Neler yaptığınızı biliyorum bana onları anlatmayın, bu yaptıklarınızın arkasındaki sır ne?  Onu söyleyin lütfen!

Atatürk cevap verir:
-Ben cebime giren her iki kuruşun bir kuruşuna kitap aldım der.

1960'lı yıllarda Amerikan ve Rus kozmonotlar aya ve uzaya giderken o zamanlar Türkiye'de otobüs firmaları yeni açılmaya başladı ve yapılan otobüslerin üzerine de 'Tek rakibim nasa!' yazıldı. Bizler uzaya şanlı ay yıldızlı bayrağımızı gönderdik. Keşke dili olmayan bayrağımız yerine biz de insanımızı gönderebilseydik de uzayda ne olup bittiğini bize anlatsalardı!

Hani hakir gördüğümüz ve meşhur bir ifadeyle zemmettiğimiz, elin gavurunun 50 yıl önce adım attığı yerlerde biz de olsaydık!

Duyarsızca pişmiş kelle gibi sırıta sırıta değil, iç ve kısır çekişmelerle birbirimizi yeyip tüketmek yerine beraberce sırt sırta vererek biz de yükselebilseydik!

Uygarlık, tuğlaları kitap olan ve sürekli yükselmekte olan mimari bir yapıdır!..

Saygı ve sevgilerimle.


İlker Akgül

Yorumlar

Popüler Yayınlar